18 Şubat 2011 Cuma

ilk konuk yazarım

merhabaa,
bilgisayarım çöktüğü için bir süredir internete giremiyordum, açtığımda ise canım arkadaşımın, konuk yazarım olur musun teklifinin hemen ardından yazdığı yazısını gördüm, nasıl güzel yazmış. B. benim hem liseyi hem üniversiteyi beraber okuduğum, en özel sırlarımı paylaştığım, bir dost sesi duymak istediğimde yanımda olan arkadaşım, ne güzel yazmışsın. kalemine sağlık. işte B.'nin yazısı, sevgiler

------------------------------------------------------------------------------

Kuşkucu somon blogunda konuk yazar olmamı teklif ettiğinde çok sevindim ve heyecanlandım. Eşim gören de yeni kitabın basılacak diye dalga geçti. Olsun, benim için önemli. Blog dünyasına adım atıyorum. Zaten hafif egoist bir tarafım var, farkındayım. İnsanlar yaptığım şeyleri görsün istiyorum. Buna bir de yazı yazma aşkı eklenince tadından yenmez oldu. Zaten epeydir günlüğüme de yazmıyorum iç edebiyat alemime bir nevi özür olsun bu.

Şimdi geldik önemli konuya, ne yazacağım? İki gündür kafa patlatıyorum. Bir de kendi blogum değil o yüzden sorumluluğum daha büyük. Hani kendiniz için bir şeyi çok beğenir ama paranıza kıyamazsınız fakat söz konusu olan yakın bir arkadaşınıza hediye almaksa en pahalı mağazaları ayaklarınız patlayana kadar dolaşır buna bayılır dediğiniz şeyi birkaç mevsim geçince bitecek olan taksit sayılarıyla öder alırsınız. Benimki de o hesap. Kendi köşem olsa herhangi bir şeyi yazabilirim ama kuşkucu somonun gerçekten adı gibi şeker pembesi bloguna yakışan yazının konusuna bir türlü karar veremiyorum. Modayla ilgili bir şey yazayım desem kredi kartı ekstrelerim yüksek olduğu için bir süredir alışverişe tövbeliyim. (Tövbeli olduğum halde ekstreler hala yüksek bunu anlamıyorum ama neyse). Kitap desem çok satanlar listesinden kopmuş durumdayım. Yeni kitap alacağım 2 haftadır karar veremiyorum nihayet bugün kuşkucu somonun tavsiyesiyle “Sır tutabilir misin?”i sipariş ettim. Zaten öyle kafa yorup felsefe yaparak okumuyorum ki. Benim için kitap eleştirisi “çok güzel” ya da “sıkıcı” veya en uzun şekliyle “başları sıkıcı da sonradan epey merak uyandırıyor”. Film desen en son televizyonda Slumdog Millionaire’i izleyip “Bu ne ya Türkiye’de çekilse Yeşilçam diye dalga geçersiniz, 5-10 Oscar’ı nesine vermişler” yorumumdan sonra eşimin hafif alaycı bakışlarına maruz kalıp “Bak Beyazperde’yi açıyorum kesin orda benimki gibi yorumlar vardır diye” destekçi arayışına girdim. Dizileri izlemiyorum daha doğrusu gününü kaçırdıktan sonra aklıma geliyor. Bir ara Walking dead’i yakalayıp izleyeceğim inşallah. Hmm. Hah buldum ebru yapıyorum. Daha doğrusu yapıyordum. Yüksek lisans, iş ev derken vakit ayıramaz oldum ona da. Ama tamamen bırakmadım dersler bitsin mutlaka tekrar başlayacağım. Gezi yazısı yazabilirim. Bu sefer de Antalya’da dedemin portakal ağaçları veya İstanbul Boğazı aklıma gelir ağlarım filan gerek yok. (Bu yıl gitmeyi çok istediğim iki yer var onları yazmadan geçemeyeceğim 1. Çanakkale 2. İzmir).

Sabredip okuduysan sevgili okur gördüğün gibi çok şey yapmaya, çok şeyle ilgilenmeye çalışıyorum. Hepsinde becerikli miyim? Tabii ki hayır ama seviyorum bu maymun iştahlı halimi, hiçbir şeye yetişemeyişimi. Her telden çalıyorum. Kendimi böyle kabul ettim ve şu kısacık dünyada o anda beni ne mutlu edecekse yapıyorum. Evet, elbise dolabım dağınık, buzdolabım dağınık. Ama ben dağınık dolabımı seviyorum. Dağınık hayatımı seviyorum. Bu, kendini beğenme değil, kendiyle barışık olma denebilir belki, ama bence önemli olan laf olsun diye değil içinden gelerek, kolaycılığa kaçmak için değil de gerçekten, aldığın nefesin hakkını vererek ve tedirgin olmadan “ben böyleyim” demek. “Bir şeyi yapıyorsan en iyisini yapmalısın”a da katılmıyorum. Bir şeyi yapmak istiyorsan sadece yapmalısın, denemelisin. En iyisini değil en kendincesini yapmalısın o işin. Mükemmel olmaya çalışmakla kendimi yoruyormuşum hep, kendimi çok yargılıyormuşum. Bu sene bunu anladım. Artık kendimi daha rahat bırakıyorum ve kendimi, hayatı, iyi olan her şeyi daha çok seviyorum. Sürekli şikayet eden insanlardan uzak duruyorum, bir de burnu Kaf dağında olanlardan. Dünya tatlısı iki tane yeğenim var bir şeyler öğrenmek için onların saflığına, gülüşlerine bakıyorum en çok.

Ha, bir de 1000 parçalık yeni bir yap-boza başladım…

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...