22 Aralık 2009 Salı

Çok yakında sitesi açılacakmış, severek okuduğum iki yazar var daha ne olsun.
işte bu da adresi:
www.afilifilintalar.com

20 Aralık 2009 Pazar


herkesin bir yılbaşı manyaklığı vardır, benimki ise özel basım ajandalar. deli oluyorum resmen, hepsini alıp, hepsine notlar tutmak istiyorum. Aslında bu not tutma ve listeleme olayının özüne inmek gerekirse ben 11-12 yaşlarındayken tv bağımlısıydım, ama öyle böyle değil, çizgi filmlerden pembe dizilere, haberlerden tsm konserlerine kadar her şeyi izlerdim. beni tv'nin önünden kaldırmak o dönem çok zordu. annem ve babam çaresiz haldeydi, ne yapsalar vazgeçemiyordum, bir gün (sanırım artık son çare olarak) babamın nispeten daha genç olan doktor arkadaşı ve eşi bize çağırıldı. Allahım, onlar evdeler diye tv açılmıyor ya, deliriyorum, içimden şimdi gitsinler diye dualar filan ediyorum, rezil haldeyim, somurtup duruyorum. Muhtemelen önceden durumdan haberdar olan Levent abi, cebinden bir not defteri çıkarıp verdi, bunu sana getirdik diye. Doktor çocuğu olmanın getirdiği monotonlukla "teşekkür ederim" dedim (ama içimden saydırıyorum, bizim evde bu eşantiyonlardan binlerce var, haspinallah falan filan diye) Levent abi o zamanlar da iyi bir gözlemciydi, ama içine bakmadın dedi. ha pardon dedim açtım. bunlar üşenmemişler, içine çocukluktan ergenliğe geçen birinin ilgisini çekebilecek ama çoğu zamanı verimli kullanmayla ilgili özlü sözler bulunmuş, her sayfaya biri yazılmış. Levent abi ve eşi Ümit abla bu defter çok özeldir dedi, sadece özel çocuklara veririz. Belli ki çok uğraşmışlar üstünde, aralarda babamın yazısı bile var. nasıl yani diye sordum, bu defter hayattaki önceliklerini belirlemene yardımcı olacaktır dedi. bir gün içinde yapman gerekenleri ve yapmak istediklerini yazmalısın. her ne kadar tvbağımlısıergenliğegeçişaşamasındakiçocuk olsamda çocuktum işte. ertesi gün 3 tane yapmak zorunda olduğum şeyi, 3 tane de yapmak istediğim şeyi yazdım. bir zorunluluğa tik atınca istediğim şeyi yapabiliyordum. yaptım, ertesi gün öğretmen bütün ödevlerimi yaptığım için artı verdi, ben nasıl mutluyum anlatamam ama, resmen mutluluktan uçuyorum, uzun süredir tv izlemekten ders çalışamıyordum resmen. öyle olunca bana bir gaz geldi, her şeyi listelemeye, ara ara o defteri günlüğüm haline getirmeye başladım, öyle böyle derken yıllar geçti, ben eşek kadar oldum, bugünlere geldim ama defter takıntım bitmedi. hala her şeyi listelerim, hala defter görünce gözüm kalır, hala irili ufaklı yüzlerce defteri saklarım. Bu sene de öyle oldu, gittiğim her kitapçıda, idefixte filan sürekli ajandaları inceliyorum, şimdilik 3 tane aldım, ama gözüm doymuyor.
ha, listenin tamamının bitirebiliyor muyum, hayır, ama hayatımı bir şekilde düzende tutmak hoşuma gidiyor. teknoloji özürlü olduğum için öyle elektronik zırvaları zaten beceremiyorum, bilgisayara, telefonuna kaydet sana hatırlatsın zımbırtıları hiç bana göre değil, iki gün kullanırım, 3. gün yine deftere yazarım, bakkal hesabı.

bugün pazar, bugünkü listem ise:

7 Aralık 2009 Pazartesi

90'larda Türkçe pop dinleyerek büyüyen bir ergen olmak

O zamanlar pek haz etmesem de aslında 90'lı yıllar ne kadar güzeldi. Radyo gerçekten popülerdi, özel radyolar yeni yeni çıkmaya başlamıştı ve her sabah okul servislerinde mutlaka süper fm dinlenirdi.
kral tv, hemen hemen herkesin müziği takip ettiği tek portaldı (abarttım, evet) ama o zaman kimse vj Bülent'in cinsel tercihini sorgulamazdı (yazıyı yazmamın sebebi kendisinin işten çıkarılmasıdır) yeni bir klip yayınlanmadan beş gün önce reklamları dönerdi, merak ederdik o zamanlar, ne de olsa her şey tek tıkla önümüzde değildi. Ece Erken çok gençti, Sertab Erener de. Levent Yüksel çalınca herkes yeni yeni yeşeren aşk hayatına bir Levent Yüksel yamardı. bir de biz 80'lerde çocuk olanlar radyoda "bundan sonraki şarkı benim olsun" cümlesini pek bir severdik, bana şahsen hep dandik şarkılar düşerdi misal: Burak Kut, benimle oynama, ama olsundu, o Burak Kut'tu, o zamanlar bütün genç kızların odasını süsleyen üçlünün "bebeto"suydu. (diğer ikisi için bknz: mustafa sandal ve kenan doğulu) Kenan Doğulu saçları upuzun, kendisi Roma yakangillerdendi, o zamandan bu yana bize "aşk oyunu" miras kaldı. (o şarkıyı arada sırada dinlemesem bugünkü Kenan Doğulu'nun 15 yıl önceki o adam olduğuna inanamam)
Mustafa Sandal'ı nedense o zaman da sevmezdim, hala da sevmem.
Ben Kerim Tekin'i pek severdim, o çıkınca dünya dururdu. ailemin evindeki dolapta hala bir koli dolusu Kerim Tekin fotoğrafı, röportajı, posteri vs durur. kıyamadık çocukluk aşkımı çöpe atmaya. huzur içinde yatsın..
Tv dizileri o zaman bu kadar çeşitli değildi, hatırladığım Süper Baba, Baba Evi, Çılgın Bediş ve Mahallenin Muhtarları var. (daha bir sürü vardır ama hatırlayamadım)
işte, ne zamanki vj Bülent işten çıkarıldı, Kral Tv bizim için bir devri daha kapattı, 90'ların tüm anıları bitti sanki. Mesela hiç unutmuyorum, onun bir Zerrin Özer, deli gönlüm deyişi vardı, bütün 90'ları özetlerdi.
bir de girl band, boy band'ler vardı ki evlere şenlik , o da ayrı bir yazı konusu, aooow backstreet boys'un "quit playing games with my heart" şarkısını ne severdim :) (evet, rezilim)
Popsi dergisini unutmak da mümkün değil tabi, haftada bir çıkardı, aynı gün tükenirdi. o dergide o zamanlar yazan yazarlar şimdi pek çok dergide editör vs oldu, o zamanlar hazırlayan kimmişine kadar didik didik okuduğumuzdan hepsinin adı aklımızda kalmış. 15 yıl az buz zaman değilmiş aslında, yazdıkça yazdıkça aklıma geliyor 90'lar.
sahi Yonca Evcimik ne kadar yaşlanmış...

18 Kasım 2009 Çarşamba

listeler, listelemeler

  • Comenius semineri için hazırlık yapılacak
  • ders notları e-okul'a girilecek, performans ve sözlü notları tamamlanacak
  • ev bir güzel paklanacak, sadece salon, mutfak ve banyo değil küçük odalar da :)
  • Loccum marka sakızlı lokum, bu muhteşem tadın devamı bulunacak
  • diyetisyenin sözleri arada bir de olsa dinlenecek

Film:

  • New Moon
  • Yedi Kocalı Hürmüz
  • A Christmas Carol
  • Bornova Bornova
  • Coco Avant Chanel
  • İki Dil bir Bavul

kitap:

  • pulp
  • sirius'tan gelen kurbağa
  • Momo
  • zamanya
  • saatsiz ülke
  • müneccim krallar
  • ninni
  • madde 22
  • Oscar Wao'nun tuhaf kısa yaşamı
  • Aşırı gürültülü ve inanılmaz yakın

1 Kasım 2009 Pazar

korkma ben varım!

Murat Menteş'in yeni kitabı "korkma ben varım!" çıktı. Şu an sadece Tüyap'ta, yaklaşık 2-3 hafta sonra İzmir'de olur diye düşünüyorum.
geç gelen edit: evet, kitap çıktıktan yaklaşık 4 gün sonra İzmir D&R'a ulaştı. ayıp ettim İzmir'e.

25 Ekim 2009 Pazar

pek bir sıkıcı pazar günleri

eğer öyle bir şey varsa da varlığına inanmadığım alışveriş terapisi! sana söylüyorum, pazar günlerinin iğrençliğini sen bile yok edemiyorsun, ertesi gün işe gidecek olmanın stresi, evde tek başına oturup kahveleri yuvarlayarak üzüm üzüm süzülmek, kocamın işe gitmesi, herkesin kendisiyle baş başa kalmak istemesi, biriken çamaşırlar vs vs vs... hepsi üst üste geliyor. kitap okusam tüm gün kitap okudum hiç iş yapmadım derim, evi toparlasam tek tatil günümde evi temizledim, oooof derim, dışarı çıksam tek tatil günümde evde oturup biraz evin tadını çıkarmalıydım derim. evet, maymun iştahlıyım ama yetmiyor bana tek gün. tembel miyim? evet

15 Ekim 2009 Perşembe

bir alışverişkoliğin itirafları

evet, eksilerdeyim ama aldım New York posterimi :)

14 Ekim 2009 Çarşamba

dekorasyonla kafayı bozmak ya da bozmamak

malum yeni evlendiğimiz için evimizin düzeni yeni yeni oturuyor ama benim
katır inadım yüzünden ev aksesuarları konusunda eksikliklerimiz var. katır inadı
diyorum çünkü sırf dolu görünsün diye bulduğum her aksesuarı eve tıkmak, dolup
doluşturmak istemedim, zaten dantel vb. şeylerle aram hiç yok yani danteli serip
üstüne bibloları da yerleştirmedim. (evi kafanızda az çok canlandırırsanız
birazdan anlatacaklarım daha mantıklı gelecektir) Bir gündüz vakti eve geldim,
giriş bomboş. çantamı salondaki masanın üstüne bıraktım. salon bomboş. koridorda
yürürken duvarlara baktım, e duvarlar da boş. olamaz evim çok ruhsuz benim
düşüncesi beynime üşüştü, hemen terapi niyetine çalışma odasına gittim (eski
evdeki bütün aksesuarlar burada) biraz sakinleştikten sonra kabullenme başladı:
ben alışverişkoliğim. duramıyorum. sırf bir şey almış olmak için bile
a-lı-yo-rum. neyse, yeni bir liste yaptım. alacaklarımı beğendim.



1- giriş için NYC posteri, brandaya gerilmiş olanlardan
2- altına ince ve yaklaşık 8 çift ayakkabı alacak kapasitede bir ayakkabılık


yan yana iki tane bissa ya da tek başına sandnes koridorda güzel durabilir ama mutlaka New York posteri olmalı. (resimdeki sandnes ayakkabı dolabı)
3- salona da mutlaka poster olmalı, benim tercihim lord of the rings film posterleri, üçü bir arada ama bu hazin bir boşanmayla sonuçlanabilir :)
4- mutlaka köşe koltuklar için krem rengi buldan örtüler almalıyım, feci kirleniyor.
5- yatak odası için başucu lambaları almamız gerek, benim başucumda eski evden getirdiğim south park lambam duruyor, sevgilim zaten bıkbık güya bir tek senin tarafını aydınlatmalı ama hepimizi aydınlatıyor diye, ama bir kere aklım kaldı, alınacaklar listesinde alt sıralarda da olsa yazılı...

6- ev dekorasyonuyla ilgisi olmasa da çok iyi bir fotoğraf makinası almak istiyorum.



Bir kaç not da İzmir'de yaşayanlar için.

19 Ekim'e kadar İzmirdeki eski yahudi evleriyle ilgili bir sergi var, habere şuradan ulaşılabilir.



Bir diğer haber ise devlet tiyatrosu 2 Ekim'de perdelerini açtı ve bu dönemdeki bazı oyunları gerçekten ilgi çekici, ben şahsen Rezervuar Kanişleri ve Şerefine İnsanoğlu'nu mutlaka izlemek istiyorum. Bilgiye devlet tiyatrosunun sitesinden ve buradan ulaşılabilir.

11 Ekim 2009 Pazar

sevgili himym yapımcıları,
lütfen diziyi haftada 3 gün yayınlanacak şekilde çekin, tüm dünya olarak zor ve stresli bir dönemden geçiyoruz, siz diziyi 3 güne çıkarın ki robin kazansın, ted kazansın, yönetmen, ışıkçı makyöz kazansın, reklam verenler sayesinde cbs kazansın, ne diyeyim, alın verin ekonomiye can verin.
anlaştık mı?

13 Eylül 2009 Pazar

kördüğüm

Öyle uzak ki yerim
Uzakları aşıyor
Bütün özlediklerim
Benden ayrı yaşıyor...
Ya her şeyim ya hiçim
Sorma dünyam ne biçim
Bir kördüğüm ki içim
Çözdükçe dolaşıyor...

ne güzel şarkısın sen.....

9 Eylül 2009 Çarşamba

öfke

bir insanın arkasından iş çevirmek şerefsizliktir.
hala bu insancıklara güvenmek ve gücenmek ise enayiliktir.
bir enayi ve şerefsizler, ne kadar güzel bir topluluk di mi?

gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu ağlardım

*İstanbul'da sel oldu, şu ana kadar 16 kişi hayatını kaybetti. kayıp sayısı bilinemiyor.
*Dün akşam İzmir'de sağanak yağış vardı, 7 aylık yağmurumuz 2 güne sığınca sonuç felaket oldu.
*bugün 9 eylül, İzmir'in kurtuluşu, okullar tatil.
*bugün, toprak yağmur kokuyor.
*Elif Şafak eski kitaplarıyla birlikte başka yayınevine geçmiş, kapaklar değişmiş. (ne kadar çok Buket Uzunerimsi olmuş)
*bugün, resmine dokunduğum insanın sesi üç buçuk yıldır toprağın altında...

8 Eylül 2009 Salı


İstanbul'u güzel yapan sadece şehir değil de içindeki dostlarımmış... haftasonu Özlem&Ayhan buradaydı, İzmir o kadar güzelleşti ki anlatamam. Ne kadar özlemişim cancağızlarımı. Ayhan'ın askerlik anıları bile vız geldi tırıs geçti :) Duygu da olsa takım tam olacaktık aslında ama olmadı, artık başka sefere.
bahsetmezsem çatlarım diyeceğim şey ise şu: bizim Ayhan yazı yazar, öykü, roman, şiir hatta bir ara uzun süre bir askeri dergide yazmışlığı bile vardır, işte bu şahsı muhterem blog açtı, ufak tefek denemelerini yayınlıyor, kaynağını bir türlü bilemediğimiz hayal gücünün bazı ürünleri görmek isteyen olursa buradan ulaşabilir.

bu arada bloga ne zaman resim koysam, resmi kaydet yazısını görünce aklıma hep twilight geliyor, ne alakaysa artık...
saat ikiye geliyor, uyuma, saçmasapan rüyalara dalma, saçmasapan yazılar yazmayı ne zaman bırakıcam diye düşünme vakti...
iyi geceler blog

29 Ağustos 2009 Cumartesi

chill-out istanbul


müzikle az biraz ilgilenenler biliyordur ama ben o kadar ilgisizim ki adını duysam o ne yahu, yenir mi, restoran adı mı vb tepkiler verirdim; ama değil işte benim kadar ilgisiz umarsızı yoldan çıkaracak kadar güzel şarkıların bir araya toplandığı bir albüm. chill-out İstanbul by lounge 102. (power fm) ben özellikle waldeck'in addicted'ını çok sevdim. tek kelimeyle muhteşem... (yine göreceli oldu di mi Ayhan, okuyorsan göz kırpmak istedim)

28 Ağustos 2009 Cuma

yine akşamüstü 17.30da kalktım. tylol hot yasaklanmalı diyenleri anlıyorum. iç-uyu-uyan yine iç.

kiss the cook

bugün bir arkadaşımla kahve içerken laf lafı açtı, bir soru sordu. sen de edebiyat mezunusun, okuyorsun, takip ediyorsun, peki kalemin kuvvetli mi? hımmmmm, dedim, benden en fazla ay.şe öz.yılmazel tadında yazılar çıkar, edebiyat üstüne ingilizce makale yazarken zorlanmam ama onun dışında blog yazarken bile kilitleniyorum.
düşünüyorum, bu kadar sene oku, izle, yorumla ama oturup iki satır düzgün yazı yazama! yetenek gerek azizim, yetenek!!!!

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Son günlerde...

tatilin bitmesine o kadar az kaldı ki, stresten kalan günleri aylaklık ve uykuyla geçiriyorum. Bir de bol bol ev temizliyorum, aşırı titiz bir mahlukat olduğumdan değil, aksine evde sürekli suyla ilgili bir sorun çıkmasından. yok boru patlar, yok üst katın evini su basar bizim ev de bonus olarak mahvolur falan filan. Evlilik zormuş azizim!!!
bir de yemek bloglarına taktım. durmadan yemek tariflerini deniyorum, en son fava yaptım ama bakla çorbası gibi oldu mesela, bir de buralarda deniz börülcesi diye bir hede var, tadı muhteşem ama ayıklaması zor.
geçen gün teşekkür amaçlı kuaförüme gittim, saçlarımı kestirdim. biraz garip oldu, kaküllü, önü küt arkası uzun bir model. özgür abi o kadar uğraşmıştı ki "bu biraz garip oldu" bile diyemedim, teşekkür edip çıktım.
uyku düzenim yine yerlerde sürünüyor, sabah uyuyup akşamüzeri anca uyanıorum ki uyanmam da ayrı bir muamma. 2 kahve 5 sigaradan önce pek uyanmış sayılmıyorum.
bu yaz true blood diye bir diziye takıldım, bu kadar kötü oyunculuk (anna paquin), bayık replikler, dalga geçilen sahneler ve soft porn kıvamında bir erotizmi barındıran dizinin 9. bölümünde farkına vardım ki bağımlısı olmuşum. Allahtan 2. sezonu biraz daha başarılıydı da hem izleyip hem de izlediğim için kendimden utanmanın getirdiği ikilem biraz azaldı. ama lafı geçmişken Eric karakteri ne kadar hoş ama karakterin gelişimi biraz Sawyer gibi değil mi? (yoksa küt sarı saçlar ve uzun boylu yapılı erkek benzerliği mi kuruyorum bilinmez)
bu arada kitap okumam ve okuduğum kitapların kalitesi giderek düşmekte, öncelikle bilumum ergenlerin pek bir tuttuğu twilight serisini bitirdim, sonra da elime geçen bilumum geyik kitapları okudum, misal: yeni başlayanlar için suşi. okuduğum kayda değer tek kitap "Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi" ki onu anlatmak için başka bir entry yazmalıyım, nitekim buraya sıkıştırılamayacak kadar güzel bir kitap.
öyle işte, son günlerde gezer tozar, evinin tozunu alır biri oldum çıktım.

22 Temmuz 2009 Çarşamba


Bu benim köpeğim Johnny, ama kendisi Concon, cumali, cokita gibi takma isimlerle de çağırılmıyor değil. Tam 1.5 yıldır evin bir ferdi. İlk geldiğinde 20 günlük gözü bile açılmamış bir bebekti, biberonlarla, elimizde kaşıklarla büyüttük, geldiğinin haftasında hasta oldu, veteriner veteriner dolaştırdık. Büyürken evde kemirmediği eşya kalmadı ya da tuvaletini yapmadığı yer. Ben 6 çift, sevgilim iki çift ayakkabıyı çöpe attı concon beyin ayakkabı sevdası yüzünden. Belki bütün köpekler gibidir ama bence ilginç ilginç huyları var. Bir kere yere düşen ya da açıkta bırakılan her şeyi ısırma, çiğneme kullanılamaz hale getirme huyu var, (bu ortak özellik, evet) bebekliğinden beri acılı lahmacun yer bu kerata, en sevdiği yemek ise tavuk. Kokusunu duyması yetiyor, yer gök inliyor beyefendi tavuğuna kavuşana kadar. İlginç olan ise kırmızı ete o kadar düşkün olmaması. Ayakkabı hastalığına cd, kumanda, terlik ve çorabı da eklemezsek ayıp etmiş oluruz. Çorap derken ciddiyim, bir kere ben uyurken ayağımdaki çorabı parçalamış, o derece de düşkün çorap parçalamaya. Ha bir de kitap okumayı çok seviyor, resmen kitabın sayfalarını çevirip beğendiği sayfaları koparıyor. Bütün bunlar yaramazlıkları, ama işte ondan vazgeçememe sebeblerim daha fazla. Bir kere her eve geldiğimde resmen iki ayağı üzerinde durup bana sarılır, 404 misali evdeyken her anını benimle geçirmek ister, üzüldüğüm zaman zeytin gözlerini gözlerime diker, anlamlı anlamlı bakar, ben üzgünken yukarıda saydığım yaramazlıkların hiçbirini de yapmaz ayrıca. Uykusu gelince kafasını dizime koyup öyle uyur, yemek yerken utanmasa masaya oturup bizimle yemek yemek ister, ayrıca belli başlı nesneleri adlarını duyunca ayırt edebilir, mesela top, fok, kurbağa, kemik. Hangisini istersen onu getirir, bir yerim ağrıdığında ya da acıdığında concon mutlaka hisseder, ona gülümseyene kadar başımdan ayrılmaz, gülümseyince de o da gülümseyip oyununa devam eder. Hayatımın neşesi, küçük aşkım ben İzmir dışındayken bol bol ağlarmış bir de, sevgilim söyledi. En son Antalya’ya gittiğimde her gece kapının önünde yatıp beni beklemiş, gelmeyince de ağlamış. İşte böyle benim hiperaktif kuzum.

final countdown

koştururken düğüne ne kadar az kaldığını fark etmemişim. sadece 9 gün kaldı. dokuz. şu işler bitsin "bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi "ve tabi ki "alacakaranlık" serisi hakkında yazacağım. ama daha çok ilkinden bahsedeceğim sanırım... bir de listemde yazmayı unutmayayım dediğim birkaç detay var dekorasyonla ilgili.
evim içine bolca süt katılmış kahve gibi kahverengi, bej ve aralara sıkıştırılmış turkuaz detaylarla doldu, aslında çok hoşuma giden minimalist bir ev oldu, artık iyice asosyalleşirim ben bu evde, yandık vallahi. Ayrıca Himym ve Lost'un yeni sezonları beni şu yaklaşan imza atarak sevgililiği yasallaştırma işinden daha çok heyecanlandırıyor. oooof, yarın hangi usta kaçta gelecekti ki? kafam karışık be blog, 5 saat aralıksız çalışan bir mikser gibi kısa devre yapıyorum. yaklaşık 5 yıl kadar dekorasyonda virgül değiştirmem haberin ola, ha bir de alışverişkoliktim ya ben eskiden, artık diilim haberin olsun, en nefret ettiğim eylem haline geldi. bütün borcunu ödedikten sonra ( zaten kuş kadar limiti var) kredi kartımı aylarca cüzdana koymayı bile düşünmüyorum :)

M.J de yok artık zaten. ilk gençlik yıllarımızın son kalesi de yıkıldı.

daldan dala atlama konusunda pek bir ustayım bugün ama bir de conibonum hakkında bir yazı yazmıştım, çok oldu sanırsam. onu da yayınlamak lazım be blog.

8 Haziran 2009 Pazartesi

evcilik

hımmmmmm, bu aralar kafam pek yerinde diil. Evlilik hazırlıkları beni yedi bitirdi. kaç aydır spora gidiyorum, yemin ederim şu son iki haftada iki ayda kaybettiğimden daha fazla kilo kaybettim. önce düğün yeri için araştırmalarıma başladım (lütfen dikkat, başladık değil, başladım) En sonunda hem bütçemize en fazla uyan ve en beğendiğimiz yeri tuttuk. (o da ayrı bir konu ama neyse) Sonra ev arama maratonu başladı, pıtır pıtır koşturmacayla en sonunda içime en fazla sinen evi seçtik. gelgelelim ev sahibi ve ustalar verdikleri sözleri hiçbir zaman tutmadıkları için delirmek üzereyim, bizim ev sahibi müteahhit, yani tadilat işini yapan ustaların hepsi bunun adamları. mesela diyor ki ev sahibi: granit kesimine para vermeyeceksiniz, adam ertesi gün sana 100 milyon fatura kesiyor, ev sahibine söylüyorsun adam araya giriyor 0 bakiye 100 tl'den 70'e düşüyor, ne kadar karlı değil mi?iyi polis kötü polis oyunu tam gaz devam ediyor. artık bir evim var ama bir ayda ödemem maaşımın oldukça üstünde bir borç da var. zaten kredi kartımın limitini de yükseltmedi şerefsiz garanti, devlet memuruyum diyorum yok yok.hepsi üst üste geldi anasını satayım (evet ağzım da bozuk)
şimdiki evimi bir an önce taşımalıyım ama önce şu tadilatların hepsi bitmeli....

30 Mayıs 2009 Cumartesi

google analytics'i kurdum ama benim hiç ziyaretçim yokmuş :(

21 Mayıs 2009 Perşembe

toz

kafamda binlerce düşünce uçuşuyor, elim klavyeye değdiği anda hepsi kayboluyor. yazamıyorum. Fiona Apple dinliyorum ben de şifa olarak, o benden güzel anlatıyor.
Aslında anlatacak çok şeyim var ama aklım fikrim gelinliğimde. kızlarla konuşurken hemen lafı gelinliğime getiriyorum, içimdeki primitif evlenmeye can atıp kocasına sarma sarmak isteyen genç kız açığa çıktı. imdat, sarma ya, sarma sar-ma. gelinlik konusuna gelince millet dudaklarını büzüp manalı manalı bakışıyorlar, o derece takıldım. rezalet. gelinliği boşver, sarma sarma.

ironi

Tüm aydınlarımız ölürken kocaman bir ampulun altında karanlığa gömülmemiz ne ironik değil mi?

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Fransız Teğmen'in Kadını

John Fowles en sevdiğim yazarlardan biri. Kesinlikle.

22 Nisan 2009 Çarşamba

23 Nisan

yarın çocukların bayramı. öğrencilerim, yarının çocuk bayramı olduğunu biliyor ama meclisin açılışı sebebiyle bu günün onlara bayram edildiğini bilmiyorlar.
tam adıyla: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk'ün tüm halka verdiği en güzel armağanlardan biri, demokrasinin topraklarımıza gelişi, sancılı dönemler.
keşke her şey bu kadar ironik olmasaydı, di mi Atam?

20 Nisan 2009 Pazartesi

all she needed was love, though...


feeling that having been cursed.

motto of the day: never leave your exes for a new one, then you might be cursed...

I thought, at the very beginning, it was even better than my dreams could be but then it turns out to be the opposite. nothing happens as I wish which is drifting me into a more discouraged and desperate person. I'm even afraid of dreaming or planning. I find myself crying when somebody asks about my future plans. I'm depressed and all I need is a break now, a break to my routines, life. There's a commercial on TV these days, depicting the regulars of a woman probably working at a bank. every day is the same, falling asleep on a couch, drinking a cup of coffee when you wake up. regulars... I don't even have the courage to leave everything behind, leave him, this damned city, this boring job. I can't leave anything and still go on complaining...

those are all boring me to death.
I have to accept that I am the main cause of my tedious life.

13 Nisan 2009 Pazartesi

kısa kısa

  • perşembe pazar arası her gece çıkıp içip dağıttım, aslında kendi derdimi anlatmak için buluştuğum arkadaşlarım benden de dertli çıkınca yine içime attım.
  • deli gibi fotoğraf çektim ama bilgisayara yüklemeye üşendim şimdi.
  • geceyarılarında yatıp sabahın köründe uyandım. (istemdışı)
  • a.ro.g ve rec.ep.i arka arkaya izledik sevgilimle, içimiz sıkıldı.
  • veli toplantısı yaptık, içim daha da çok sıkıldı.
  • sonuçta daha çok içtim.
  • bitti.

29 Mart 2009 Pazar

alsancak alsancak

Dün akşam uzun süredir görüşemediğim eski bir arkadaşımla Alsancak'a gittik. Sosyal hayatım uzun süredir yerlerde süründüğü için artık utanmadan söyleyebiliyorum, neredeyse 6 aydır Alsancak yüzü görmemiştim. mügeyle akşamüstü buluştuk, o bir saatçik geç kaldı, ben de o süre zarfında yeni keşfettiğim bir sahafta elime geçen eski kitapları kokladım(evet, kitap koklama gibi bir manyaklığım var), sayfaları karıştırdım, aradığım birkaç kitabı ve dergiyi buldum. gayet entel bir başlangıç yaptığım akşam salata yiyerek ve diyet muhabbeti yaparak devam etti, sonra ayda bir uğradığımız star.b.u.cks'ta white chocolate mocha with mint içip bir haftalık diyetimizi mahvettik, onu telafi etmek için yaklaşık 15 farklı ayakkabıcıya girip acaip ayakkabılar denedik (ben bir tane siyah yüksek topuklu rugan ayakkabı beğendim ama öldürseler giyemeyeceğim kadar yüksek topuklu ve rahatsızdı, zaten denerken düştüm :)
Kıb.rıs Şeh.itleri caddesi Taxim gibiydi dün akşam, insanlar sokağa dökülmüş, seçimden bir önceki akşam içebildikleri kadar içiyorlardı. caddede bir adam darbuka çalıyor, yaşları 18'i bir gün geçmeyecek 5-6 delikanlı ise çevresinde göbek atıyordu, görmeye değer bir görüntüydü.
geceyi ilginç aksesuarlar alarak tamamladık ve bence bana iyi bir ders oldu. bir daha bu kadar uzun süre evde takılmayacağım....

24 Mart 2009 Salı

mart

Başkalarına öyle gelir mi bilmem ama bana mart ayı hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. zaman akmaz, çabuk gelip geç giden bir aydır mart nazarımda. ne zaman soğuk ne zaman sıcak olacağı belli olmadığından en sık hasta olduğum, sosyal hayatımın ciddi darbeler aldığı ve depresyona en yakın olduğum aydır. Ayrıca pek haz etmediğim ilk bahar ve yazın da habercisi olması bende kendisini bilumum zindanlara atıp işkence etme isteği uyandırır...
Illusionist'te bir sahne vardı, hani Eisenheim'in zamanla ilgili yorum yaptığı sahne, "can we speed it up or linger?" ya da buna benzer bir cümle kurar. şimdi de ben soruyorum: Can we speed it up a bit?

22 Mart 2009 Pazar

rüya günlüğü -1-


sıcak bir evde anlamsız bir şekilde hiç erimeyen buzdan bir kütleye yapışmışsın, üşüyorsun ve terliyorsun, sonra biri rüyanda öleceğin günü söylüyor? ne kadar yakın olduğunu farkedip sevinsen mi üzülsen mi bilemiyorsun. aceleyle bir uçağa atlıyorsun, ayakkabı almak için yurtdışına gitmen gerek (freudyen hiçbir açıklama istemiyorum) çünkü ölmeden önce yapmak istediğin tek şey ayakkabı alışverişi. gittiğin yerde 4 kişilik küçük vagonlara binip şehir merkezine gidiyorsun, yemyeşil bir nehir ve nehrin bittiği yerde gökyüzünü görmeni engelleyecek kadar yüksek ve birbirine yapışık apartmalar var, her birinin üstü sarmaşıklarla kaplanmış ve pencerelerden şelaleler akıyor, o caddede yürüyorsun ama yolda alışveriş yapabileceğin hiçbir yer yok. Sonra Russ Columbo "guilty"i söylemeye başlıyor. rüya bitiyor. uyanıyorsun Deniz. UYAN!

14 Mart 2009 Cumartesi

oğullar ve rencide ruhlar


Aslında yanlışlıkla sipariş ettiğim ve uzun süre hiç okumaya yanaşmadığım Oğullar ve Rencide Ruhlar'a tek kelimeyle bayıldım. Çok farklı olmalarına rağmen okurken Dublörün Dilemmasını anımsattı.
kitap beş yaşındaki üstün zekalı bir çocuğun ağzından anlatılıyor. yetişkinlerin dünyasına sarkastik yorumlar getirmesi, polisiye bir hikaye anlatıyormuş gibi yapıp aslında Türk insanının genel özelliklerine ayna tutması, kesinlikle çok yerinde tespitleriyle ve muhteşem anlatımıyla elimden bırakmak istemediğim bir kitaptı. Sonu ise vurucuydu, bir sürü gramer ve imla hatasıyla dünyanın en basit dilini kullanarak yazılmış mektup okurken içimi burktu, belki memur çocuğu olduğumdan.
kesinlikle tavsiye edilecek bir kitap. Yazarın ilk romanı Tatlı Rüyalar ise okuma listemde.

9 Mart 2009 Pazartesi

bu aralar televizyonu ne zaman açsam sanki milattan öncesinden kalmış gibi müziği özensiz içeriği anlamsız reklamlar çıkıyor karşıma. kriz reklamları bile vurdu, hele tan.saş reklamı beni delirtiyor, ya da di.doo.diii.do reklamı, oooof of

5 Mart 2009 Perşembe

bazen çok özeniyorum, benim blogum da insanların bakıp bakıp bir şeyler öğrenebileceği ya da okurken eğlenebileceği bir blog olsun. ne biliiim, ay şekerim bu akşam bilmemne konserine oradan da zxc partisine gidiyoruz, yarın da bilmemkimin sergisi ve şiir resitali var, gelince ayrıntılar ve fotolar burada diyebilmeyi ya da izmir'in yüksek sosyetesinden ennnnn son haberler burada diyebilmeyi, ama sonra bakıyorum kendime ve bu blogu o amaçla açmadığımı hatırlıyorum. ben bu blogu geyik yapabilmek için açtım, arada bir içimi dökeyim, geçmişime daha rahat döneyim filan istedim, zaten okuyan ve tanıdığım tek bir arkadaşım var, o da gülinkom. yakın çevremde (yani İzmirde) blog yazan bir tek ben varım, okuldaki iki yakın arkadaşım ise yürüyen sinema blogları gibiler, sabah 45 dakika süren otobüs yolculuğunda bitmek tükenmek bilemeyen filmadları, oyuncular ve filmyorumları silsilesi kendimi karacahil gibi hissettiriyor.

AŞK

uzun süredir elif şafak'ın yeni kitabını bekliyorum, aslında tek ümidim adını bile unuttuğum son kitabının bünyemde bıraktığı kalıcı hayalkırıklığını silebilmek, ne bileyim ben lise yıllarındayken Buket Uzuner'i çok severdim (ki hala kumral ada mavi tuna ya da iki yeşil susamuru severek anımsadığım kitaplardır) amma velakin yıllar geçtikçe kendisinden ve yazdıklarından soğudum, yeni kitabı çıktığında almaya bile yeltenmedim. Elif Şafak o yolda olmasın istiyorum, nedense hala seviyorum onun tarzını, masalımsı anlatımını. işte bu yüzden bu umutlanmalarım.

ikilemler

her hayatın değişkenleri vardır ve tabi ki de sabitleri. mesela aileni değiştiremezsin ama kendi aileni istediğin insanı seçip oluşturabilirsin ki bu da değişkenindir o zaman aile kavram olarak sabit bir değişkendir. her insanın seçenekleri vardır ama bu seçenekleri sınırlayan bazı teoriler vardır ki bu teoriler sınırsız seçenekleri kocaman bir kısır döngünün içine sıkıştırıverir. Bir adamla hayatını paylaşmak için hiç farkında olmadan babana en çok benzeyen adamı seçme eğilimi (Elektra kompleksi) ve bir kadınla evlendikten sonra yıllarca onun annene dönüşmesini izlemek (acı verici) (Oedipus kompleksi) gibi örnekler gösterir ki değişken sabitinin ucuz bir kopyası olmaktan öteye gidemez, o zaman sabit değişkendir. hayat da geyik yaparak geçer gider, geyik yapmak bu zavallı bünyenin değişmeyen sabitidir.

22 Şubat 2009 Pazar

geçmişe sarılmak

masaüstü bilgisayarım artık verimli çalışmadığından laptop alma yoluna gitmiştim, dün gece 3'e kadar orada birikmiş ve aralarında seçtiğim 12 gb'ı loplopuma transfer ettim, yıllardır göremediğim eski bir dostumla buluşmuş gibi oldum, 2001'den beri tuttuğum günlüğümü okudum sabahlara kadar ve bir telefon konuşmasını üç sayfa boyunca anlatan sabrıma hayretler ettim. aylardır dinleyemediğim şarkılarıma, artık orada olduğunu unuttuğum ve ben bunları ortaya çıkarsam rezil olursun temalı fotoğraflar buldum, mesela Tolga'nın bir tencere sarmaya saldırdığı an gibi :)

geçmişime tutunmayı çok seviyorum :)

hatırladığım en ilginç şey ise ben iki yıl boyunca durmadan deep purple- soldier of fortune'u dinlemişim, yıllardır dinlememiştim, kulaklarım bayram etti.

ve şu fotoyu buldum
bebek deniz :)

20 Şubat 2009 Cuma

ve filmler

sevgilimle beraber Oscar adayı filmleri izlemeye başladık, ben şahsen the reader'ı da farklı ve etkileyici buldum, yönetmenin olayı dramatize etmemesi ve hikayenin kitaplarla paralel ilerlemesi belki filmin box officelerde değerinin düşmesine sebep olmuş olabilir (ya da olmayabilir) ama filmin kalitesini kesinlikle artırmış, izlediğimiz şey ruhumuza vıcık vıcık yapışan, insanların içindeki acıma duygularını su üstüne çıkaran bir yapıt değil. Kate Winslet ise rolünün hakkını fazlasıyla vermiş. (iyi olmasa da iyi derdim sanırım, kendisini pek severim çocukluğumdan beri:)
Sevgilim the reader'ı pek sevmedi ki zaten beklediğim bir tepkiydi ama Benjamin Button'ı beğenmemesine gerçekten çok şaşırdım. Benjamin yaklaşık bir ay önce okuduğum bir yazıyı hatırlattı bana, okurken de düşünmüştüm aynı şeyi. Yazı der ki düşünün hayata bir tabutta gözlerinizi açıyorsunuz ve bütün hayat tecrübeniz sizde, giderek gençleşip anne karnına geri dönüyorsunuz (yanlış olmasın ama sanırım Nazlı Ilıcak yazısıydı, ama yamulmuş da olabilirim) Yazı filme atfen yazılmamıştı sanırım ama o zaman da fantastik ama niye olmasın diye düşünmüş, gözümde hayatı geri sarmıştım. Filmde de hayatı tersten okurken bir sayfada aşkla çakışması ve bu çakışmanın giderek acı verici olmaya başlaması beni en çok etkileyen kısımlarıydı. şahsen denizcilikle ve gemilerle ilgili hiçbir şeyden hazzetmediğim için o bölümlerde neredeyse sıkıntıdan çatlayacaktım. (yanlış anlaşılmasın, denizin kendisini, yüzmeyi, denizi seyretmeyi filan çok severim ama iş bir gemide çalışma ve hatta gemi yolculuğu olunca tüylerim diken diken olur) Filmin garip kısmı ise kimse Benj.'nin giderek gençleşmesine yeterince şaşırmamasıydı, ne bileyim sanki herkes yaşlı doğup gençleşirmiş gibi bir kanıksama durumu vardı. bu olay Türkiye'de olsaydı herhalde bütün gündemimizi unutup kırk gün kırk gece haber bültenlerinde gençleşen adamı izlerdik, hatta Saadettin Tek.soy mesleğe altın geri dönüşünü yapıp parmağını gözümüze gözümüze sokardı.
bu gece bir aksilik çıkmazsa Slumdog Millionaire'i izleyeceğiz. onu da yarın yazarım.
Lost'un 5. sezonu da yarına kalsın...
tembel somon kuşkucu deniz

16 Şubat 2009 Pazartesi

hopeless


benim ne istediğimi hiç umursamadan düğünümü kendi yaşadığı şehirde yapmak isteyen ve bu konuda fikrimi dinlemeye bile tenezzül etmeyen babam, düğün konusunda hiçbir yorum yapmayarak bu konunun sadece formalite olduğunu ve hiç ilgilenmediğini gayet güzel ifade eden sevgilim, sadece işi düşünce arayan arkadaşlarım.... biliyorum burayı okumuyorsunuz ama hepinizden bıktım. BIKTIM!!!!!'!!

14 Şubat 2009 Cumartesi

İstanbul'u özlüyorum,
gözlerim kapalı.

(çarpıtma için Orhan Veli'den özür dilerim.)

15 Ocak 2009 Perşembe

Vicdan ve P.S I love you



yağmurlu bir pazar günü arka arkaya iki film izlemenin insan psikolojisine zararları nelerdir?


öncelikle Vicdan'ın zararlarından başlayalım.



Filmde insanı
rahatsız eden bir ton vardı, nedense ne övüldüğü kadar etkileyici vicdani bir sorgulama vardı ne de insanı büyüleyecek oyunculuklar. öylesine bir filmdi işte, hatta biraz sinir bozucu, depresif bir film olarak bile nitelendirilebilir.










p.s I love you ise neredeyse sıfır beklentiyle izlemeye başladığım bir filmdi, ama bende derin bir İrlanda'ya gitme isteği uyandırdı, bir de sevgilime bişi olursa ben ne yapardım empatisi :(
mümkünse hillary swank'in kocasının aynısından ben de istiyorum.
daha önce amerikondan arkadaşlarımın anlattığı "sen zaten amerikalısın, herkes senin aptal olmanı bekliyor" esprisi kopardı. (caanım Chris çok bozulmuş anlatılana göre :)

bridget jones ve ally mcbeal




yaklaşık 4 yıl birlikte yaşadığım ev arkadaşımla biz bridget jones ve ally mcbeal gibiydik. bilin bakalım bridget jones kimdi???? her mutsuz olduğunda yemek yiyen, bir gay arkadaş kontenjanı her daim dolu olan ve sigara içmeyi pek bir seven ben tabi ki:)



duygu da tabi ki ally, her daim ince ve histerik...



(umarım bu yazıyı görmez, yoksa serinin üçüncüsü bridget'in ally tarafından katledilişi olabilir)

13 Ocak 2009 Salı

picus


bir zamanlar ben üniversitedeyken bir Picus vardı, popüler bir edebiyet dergisiydi. hatırlayan var mı? geçen bayramda Antalya'ya gidene kadar ben de unutmuştum açıkçası, annemler evi taşırken dergilerimin çoğunu atmışlar ama bulduğum birer adet Picus ve Popsi dergileri bana ortaokul ve üniversite yılllarımı hatırlattı. ben lise ve üniversite yıllarım boyunca her yaz tatilinde sabah 6'da kalkıp deniz kenarına yürürdüm, biraz yüzdükten sonra kurumayı beklerken üzüm yiyip Picus okurdum:) (evet, çok heyecanlı bir hayatım var)

öyle işte, aklıma geldi, resmini çekmiştim.

oda dağınık biraz, he zamanki hali.

9 Ocak 2009 Cuma

ordan burdan

içim sıkılıyor günlük, deli gibi içim sıkılıyor bu aralar. sürekli bir seminere gitme durumu olması, kendime zaman ayıramamam, okullar kapanıyor diye sürekli not girme zorunluluğu vs vs beni gerdikçe gerdi. (ehe, farkındayım hep şikayet hep şikayet :)

bu aralar yemek yapmaya sardırdım, mesela bugün patatesli kek yaptım, yanına da uyduruk çay yaptım. (uyduruk çayın içinde yeşil çay, tarçın kabuğu, karanfil ve poşet earl grey var)


dün gece sevgilim eve bir aylık bir sibirya kurdu getirdi, dükkanda çok üşüyüp ağlıyormuş. concon oğlum kıskançlık krizlerine girdi, bütün gece ona onu daha çok sevdiğimizi göstermeye çalıştık. coni ona zara vermesin diye gece benim odamda yatmasına karar verdik, lakin bebekcik onu yastığın üzerine her bıraktığımda ciyak ciyak bağırdığı için gece kucağımda uyudu. sabah ise hiç gitmek istemedi, bu sefer de benden ayrılmamak için ağladı. gece bir an biri bebek iki çocuk sahibi bir anne gibi hissettim, hüzünlere gark oldum.


yarından itibaren seminerin bitmesine iki cumartesi bir pazar kalıyor, nihayet nihayet nihayet, o kadar uzun sürdü ki bir an hiç bitmeyecek sandım. 18 ocakta yeniden özgürüm, zorunlu olmadıkça da hiçbir seminere gitmeyi planlamıyorum:)


son olarak da mümkünse sağ tarafta görülen odada yaşamak istiyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...