23 Nisan 2012 Pazartesi

Bir kitap fuarının ardından...

Biz geçen cuma bütün kızlar artı bir Özgür toplanıp kitap fuarına gittik, daha doğrusu biz kızlar olarak gittik, Özgür bizi orada buldu. Serkan olayın vehametini öngörüp paramızı dikkatli harca hayatım diye uyarmaya çalıştı ama ben bir adet Tazmanya canavarına dönüşmüştüm bile. Bakınız ganimetlerim bunlar.
Söylemezsem olmaz, fuar inanılmaz kalabalıktı, okullar gruplar halinde öğrencileri getirmişler. İçeri girer girmez bir sürprizle karşılaştık, Çocukluğumuzun yazarı Muzaffer İzgü'nün imza günü vardı, hemen sıraya girdik, imzamızı aldık. (kitap "Zıkkımın Kökü")
Artemis inanılmaz kalabalıktı. Çok oyalanmadan alacaklarımızı aldık. Hugo Cabret'e bayıldım bu arada.
Esas hedefimiz Domingo'ydu, işte insanlıktan çıktığım an da buydu. Bu noktadan sonra Özgür kitapları taşımama yardım etti.
Metis
Sanırım en çok oyalandığım stand Ayrıntı'ydı. Mesela Koleksiyoncu'yu okuduğum halde seriyi tamamlamak için aldım. Daha alacaklarım vardı ama ayırdığım bütçe bitmek üzereydi, üç tane kitabı gözüme kestirdim.
Bilgilendirici kitaplar, doğrusu bir edebiyat mezunu olarak buradaki dedikoduların çoğunu duymuştum ben. Yine Domingo.
Ben ve 18 adet kitabım eve sağ salim vardık. Emeği geçen ve benim canavarlığıma şahit olan Gizem'e buradan teşekkürü borç bilirim. (bunu yazmam için hiçbir baskı görmedim, yooo)

12 Nisan 2012 Perşembe

Katalin Sokağı

Yazarın adını daha önce kitap bloglarında duymuş, ancak önerilen kitabına (Iza'nın şarkısı) denk gelememiştim. Katalin Sokağı'nı görünce hemen aldım ve bitene kadar da elimden bırakamadım.
her insanın ömrü boyunca payına, ölürken çığlığında ismini haykırabileceği sadece bir kişi düşer
*********************************** spoiler *************************************************** Hikaye, 1937 yılında 2. dünya savaşı döneminde başlıyor ve yaklaşık kırk yıllık bir zamanı kapsayarak Budapeşte'de aynı sokakta oturan ve oldukça yakın olan üç ailenin başından geçenleri anlatıyor. İçinde bolca ölüm, hüzün, yokluk ve acı var ama Szabo öyle kıvrak hamleler yapmış ki hüzünle mutluluk, kıskançlıkla aşk, varlıkla yokluk el ele dans ederek gözlerinizin önünden akıp geçiyor. Okurken Henriett'e üzülmemek, İren ve Balint'e şaşırmamak elde değil. (Anlatıcı arada değiştiği için ben ilk başlarda hikayeden biraz kopmuştum ama bazı şeyler yavaş yavaş aydınlandığında hikayeye dört elle sarıldım.) Kitabın bence en sürprizli karakteri Blanka'ydı, hem sevip hem nefret ettiğimiz o muhteşem karakterlerdendi. Aslında çocukluğundan itibaren anlatılanlara bakılırsa yaptıkları çok şaşırtıcı değildi ama yazar cidden çok ince bir çizgide karakteri götürdüğü için zaman zaman kızdığım halde hep acıdım kızcağıza ve en çok da onu sevdim. Bir ara kurguyla gerçeklik birbirinin içine iyice girdi, utanmasam oturup ağlayacaktım. İkinci dünya savaşı dönemini anlattığı için ailelerin, evlerin, sokakların dağılmaması, yok olmaması imkansızdı tabi ama yine de hikayenin o kadar çok içindeydim ki Katalin sokağı yavaş yavaş dağılmaya başladığında sanki kendi mahallem dağılıyormuş gibi hissettim, kötü haberi aldığında Henriett'in elini tutup onunla beraber ağlamak istedim, İren'in nişanında onun kadar heyecanlanıp aynı günün gecesinde üzüntüsünü paylaşmak istedim. ********************spoiler ************************* Anlayacağınız üzere ben bu kitabı pek beğendim. Muhtemelen şu anki bahar depresyonumla da alakalı olabilir ama bir şans verilmeye değer diye düşünüyorum. Bir alıntıyla bitiriyorum.
O anın eninde sonunda gelip çatacağını biliyordu, ama yine de beklediğinden daha başka bir zamanda, daha başka bir şekilde ve düşündüğünden daha az dramatik bir şekilde yaşanmıştı.O anın yaşanacağını hep biliyordu. Üzerinde konuşulmasa bile bunun olacağından emindi. Onu şaşırtan diğerlerinin bunu fark edememesiydi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...