22 Şubat 2009 Pazar

geçmişe sarılmak

masaüstü bilgisayarım artık verimli çalışmadığından laptop alma yoluna gitmiştim, dün gece 3'e kadar orada birikmiş ve aralarında seçtiğim 12 gb'ı loplopuma transfer ettim, yıllardır göremediğim eski bir dostumla buluşmuş gibi oldum, 2001'den beri tuttuğum günlüğümü okudum sabahlara kadar ve bir telefon konuşmasını üç sayfa boyunca anlatan sabrıma hayretler ettim. aylardır dinleyemediğim şarkılarıma, artık orada olduğunu unuttuğum ve ben bunları ortaya çıkarsam rezil olursun temalı fotoğraflar buldum, mesela Tolga'nın bir tencere sarmaya saldırdığı an gibi :)

geçmişime tutunmayı çok seviyorum :)

hatırladığım en ilginç şey ise ben iki yıl boyunca durmadan deep purple- soldier of fortune'u dinlemişim, yıllardır dinlememiştim, kulaklarım bayram etti.

ve şu fotoyu buldum
bebek deniz :)

20 Şubat 2009 Cuma

ve filmler

sevgilimle beraber Oscar adayı filmleri izlemeye başladık, ben şahsen the reader'ı da farklı ve etkileyici buldum, yönetmenin olayı dramatize etmemesi ve hikayenin kitaplarla paralel ilerlemesi belki filmin box officelerde değerinin düşmesine sebep olmuş olabilir (ya da olmayabilir) ama filmin kalitesini kesinlikle artırmış, izlediğimiz şey ruhumuza vıcık vıcık yapışan, insanların içindeki acıma duygularını su üstüne çıkaran bir yapıt değil. Kate Winslet ise rolünün hakkını fazlasıyla vermiş. (iyi olmasa da iyi derdim sanırım, kendisini pek severim çocukluğumdan beri:)
Sevgilim the reader'ı pek sevmedi ki zaten beklediğim bir tepkiydi ama Benjamin Button'ı beğenmemesine gerçekten çok şaşırdım. Benjamin yaklaşık bir ay önce okuduğum bir yazıyı hatırlattı bana, okurken de düşünmüştüm aynı şeyi. Yazı der ki düşünün hayata bir tabutta gözlerinizi açıyorsunuz ve bütün hayat tecrübeniz sizde, giderek gençleşip anne karnına geri dönüyorsunuz (yanlış olmasın ama sanırım Nazlı Ilıcak yazısıydı, ama yamulmuş da olabilirim) Yazı filme atfen yazılmamıştı sanırım ama o zaman da fantastik ama niye olmasın diye düşünmüş, gözümde hayatı geri sarmıştım. Filmde de hayatı tersten okurken bir sayfada aşkla çakışması ve bu çakışmanın giderek acı verici olmaya başlaması beni en çok etkileyen kısımlarıydı. şahsen denizcilikle ve gemilerle ilgili hiçbir şeyden hazzetmediğim için o bölümlerde neredeyse sıkıntıdan çatlayacaktım. (yanlış anlaşılmasın, denizin kendisini, yüzmeyi, denizi seyretmeyi filan çok severim ama iş bir gemide çalışma ve hatta gemi yolculuğu olunca tüylerim diken diken olur) Filmin garip kısmı ise kimse Benj.'nin giderek gençleşmesine yeterince şaşırmamasıydı, ne bileyim sanki herkes yaşlı doğup gençleşirmiş gibi bir kanıksama durumu vardı. bu olay Türkiye'de olsaydı herhalde bütün gündemimizi unutup kırk gün kırk gece haber bültenlerinde gençleşen adamı izlerdik, hatta Saadettin Tek.soy mesleğe altın geri dönüşünü yapıp parmağını gözümüze gözümüze sokardı.
bu gece bir aksilik çıkmazsa Slumdog Millionaire'i izleyeceğiz. onu da yarın yazarım.
Lost'un 5. sezonu da yarına kalsın...
tembel somon kuşkucu deniz

16 Şubat 2009 Pazartesi

hopeless


benim ne istediğimi hiç umursamadan düğünümü kendi yaşadığı şehirde yapmak isteyen ve bu konuda fikrimi dinlemeye bile tenezzül etmeyen babam, düğün konusunda hiçbir yorum yapmayarak bu konunun sadece formalite olduğunu ve hiç ilgilenmediğini gayet güzel ifade eden sevgilim, sadece işi düşünce arayan arkadaşlarım.... biliyorum burayı okumuyorsunuz ama hepinizden bıktım. BIKTIM!!!!!'!!

14 Şubat 2009 Cumartesi

İstanbul'u özlüyorum,
gözlerim kapalı.

(çarpıtma için Orhan Veli'den özür dilerim.)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...