29 Ağustos 2011 Pazartesi

murakami


Like DNA, memory is both individual and collective"
Haruki Murakami


Murakami'yle ilk tanışmam eski erkek arkadaşım sayesinde oldu ki o Murakami bugünkü popülaritesine ulaşmadan (yani Türkçe'ye çevrilmeden) önce onu keşfetmiş ve derinliklerine dalmıştı. o zamanlar biz mutlu azınlıktık, şimdi ki gibi herkesin elinde bir Murakami kitabı mutlu pozlar verilmiyordu. okuduğumuz bize özeldi. biz eski sevgililer olduk ama Murakami hayatımızda hep oldu. (birimiz onun üzerinde sayfalarca yazdık, birimiz sayfalarca çizdik).
ben tezimi Murakami üzerine yazdım, her yeni kitabı için aylarca/yıllarca bekledim ve bir bekleyiş daha sona eriyor. Ekim sonunda IQ84 çıkıyor ve ben heyecanla kasımda kitabı okuyacağım günü bekliyorum. Onun hayalgücüne hayran kalmak, belirsizliklerine sinirlenmek, şeytanın aklına gelmez bu demek istiyorum. Sıradanı bu kadar sıradışı anlattığı için Murakami benim için vazgeçilmez.
işte bu yüzden gel kasım gel...

28 Ağustos 2011 Pazar

çocuk

benim sevgilim bugün 34 yaşına girdi. tek mum koyduğum için bir yaşına mı girdim diye soran, yok bir yaş daha aldın diyince bozulan; babama bir ağırlık çöktü artık ağır abiyim ben diyen; giymesi için getirdiğim tişörte bu hafif nemli, hasta olmayasın dediğimde ben senden 6 yaş büyüğüm ben hasta olmam diyen; şu son 7 senemin hemen hemen her dakikasını beraber geçirdiğim adam artık 34 yaşında. beraber büyüdük biz mavrasına girmeyeceğim(yoksa girsem mi?)ama iyi kötü pek çok şeyi beraber yaşadık ve umarım bir ömür boyu da yaşarız. iyi ki doğmuşsun çocuk...
bu şarkı da ona gitsin o zaman...

24 Ağustos 2011 Çarşamba

koçtaş ve sonbahar temizliği

bugün pek sevgili arkadaşım Gizem'le kahve içmeye gittik, oradayken acaba Koçtaş'a mı gitsek dememle Gizem'in olur demesi bir oldu böylece ben de kafamı bir aydır kurcalayan "ya bu kutular bana yetmiyor" sorunsalına bir çözüm bulacaktım. Koçtaş'ta ilk gördüğümüz bahçe salıncağına kurulup alışveriş harekatına başladık. (evet, tembeliz, girin hatunun bloguna bakın, nisandan beri yazmıyor)Salıncakta sallanırken kutular hemen karşımızdaydı, biz sallandıkça bir yaklaşıp bir uzaklaştılar. ben de önce göz gezdirip sonra bir tane kocaman, iki tane orta boy kutu beğendim. hatta kırmızı hastalığımı bilen hatun bana kırmızı kutu bile buldu:) bir tane de gazeteleri toparlamak için içi kumaşlı sepet beğendim. (ben ona da kutu muamelesi yapıyordum lakin Gizem çok uyardı, kutu diil o sepeeeet diye.) kırmızı hunimi de seçtikten sonra kasaya 45 lira bayıp üstelik Burger King'e bile uğramadan alışverişimizi tamamladık. şimdi bu ilkokul 2 seviyesindeki kompozisyonu niye yazdım?
* Koçtaş'taki kutular çıtçıtlı, dolayısıyla monte etmesi İkea'ya göre çok pratik.
* yarın tüm gardolapı boşaltıp aylardır çözüm bulamadığım küçük ve işlevsiz odaya 3 tane aslan gibi kutumla dalacağım. bu arada İkea kanepemi de satmaya karar verdim, bizim kutu gibi evimiz için fazla büyük. oraya ancak iki armut koltuk veya tek kişilik yatak olabilen bir koltuk olur. online olarak nerede satabilirim? ya da hani eski kanepeni getir yenisini götür tarzı bir kampanya duyarsanız n'olur beni haberdar edin.
* bir de kendi kendime nazar değdirdim. aman ne güzel şakır şakır kilo veriyorum diye herkese anlatırken iki haftadır diyeti doğru düzgün uygulayamıyorum bile.
böyle işte.

23 Ağustos 2011 Salı

köpeklerimizle deniz macerası

bir pazar sabahı miskin miskin oturuyorduk ki sevgili hadi kalk Çeşme'ye gidelim, köpekleri de alalım hem yüzeriz diyince yaklaşık 5 dakikada hazır ve nazır arabamıza doğru ilerliyorduk. yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra istediğimiz gibi sakin bir plaj bulduk, çıkardık köpeklerin tasmalarını. (aslında bundan sonrası tam videoluk ama bu blogu okuyanlar asla benden o kadar teknolojik hareketler beklemez.)
önce kucağımızda yavaş yavaş suya alıştırırken (sudan nefret ediyorlar, söylemeye gerek var mı?) bunlar havada patileriyle yüzme aksiyonuna başlamışlardı bile. suya bırakmamızla kıyıya kadar nasıl yüzdüklerini bilemediler, hatta coni biz de çıkalım diye baya havladı ama kucaklayıp tekrar yüzdürdük. bir süre sonra suya alışıp onlar da tadını çıkardı ama en keyiflisi sanırım tasmasız geçirdikleri 3-4 saatti. kahverengi kızımız tarçın kumlarda yuvarlana yuvarlana beyazlaştı, bembeyaz coniyse kumlarda yuvarlanırken garip bir renk aldı. bir ara yandaki ailenin terliklerini çalmaya çalıştılar ama erken müdahele ve binbir özüre gülümseyerek karşılık verdi tatlı aile.
eh bu kadar yorulupacıkınca Ilıca'ya geçtik, doğruca Kumrucu Şevki'ye. Kesinlikle hayvansever bir restoran ve köpek besleyenler bilir ki eğer yanınızda köpeğiniz varsa çoğu restoran kapı duvardır. neyse, enfes kumruların ardından evimize dönüp çok güzel bir gündü diyip durduk. böylece bir tabumuzu daha yıkmış olduk.
P.s eğer bilgisayara aktarabilirsem cep telefonuyla çektiğim fotoğrafları buraya aktarırım.

11 Ağustos 2011 Perşembe

tatil

bugün Antalya'ya gidiyorum ama bende bir heyecan sanki hayatımın 18 yılını orda geçirmemişim gibi...
annemle son fotoğraflarımızdan biri, annemin çok sevdiği dağ evimizin oralarda. Babam oralara çiçeklerle senin adını yazdı balım annem. sen bence hep oradasın.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...