30 Kasım 2010 Salı

yapabilsem yapacağım iki kaçamak


Allah'ım, bu nutellayı keşfedeni hem sevmek hem de eşek sudan gelinceye kadar dövmek istiyorum. işte nutellayla ilişkimiz bu, kaşık kaşık yemek istiyorum ama tutuyorum kendimi.

Aynı ilişkiyi bir de Big King ve patates kızartmasıyla yaşıyorum. Hımmm, olsa da yesek diyorum sonra aklıma geliyor, içindeki yağ oranı o kadar yüksek ki yediğim takdirde diyetimden çok fazla şey çıkarıp günü aç geçirmem gerekiyor, onu da göze alamadığım için kendisini uzaktan sevmek, sevmelerin en güzeli.

Not: diyetisyenler akıllı insanlar, yeme demiyorlar, tabi canım ye ama şunu, şunu ve zilyon tane bunu listeden çıkarıp yiyebilirsin diyorlar, tabi aç kalmayı göze alamadığım için erteliyorum.
Neyse, 8 kilosu gitti ağırlığımın, hadi Deniz, sabır...

28 Kasım 2010 Pazar

Ah!

Pazar sabahı erken kalkıp işe gitmenin rehavetiyle uyuyakalmışım. uyandığımda haberlerde bu görüntü vardı.
Ah Haydarpaşa! nasıl yaptılar bunu?
Başka hangi ülkede bu kadar muhteşem tarihi yapılar el çabukluğuyla yok edilebilir ve yerine otel, avm vs konulabilir?
Al işte, çocuklarımıza yeni mirasımız...

25 Kasım 2010 Perşembe

Blitzgiving


Bu hafta bence son üç sezonda çekilmiş en güzel How I met your mother bölümünü izledik. Hem Himym'ı hem de Lost'u çok seven biri olarak Hurley'i (Jorge Garcia) görmek bulduğun ilk flaşbekle adaya en kısa yoldan dönüş gibiydi.


*************** feci spoiler içerir, okurken küfretmeyin *********************

Bizim gang'in üniversiteden arkadaşı Stevie, nam-ı diğer Blitz, alamet-i farikası mekanı terkettiği an muhteşem bir şeyler olan ve bunu kaçıran kişi durumundan kurtulamayan bir nevi loser'dır.
Ta ki Şükran Günü Ted'in hindi içine hindi dolması gibi saçma bir yemek fikriyle mekanı erkenden terketmesine kadar. Ertesi sabah uyandığında grubun ne kadar eğlendiğini ve yeni "Blitz"in ta kendisi olduğunu anlayana kadar turkeykey dünyanın en muhteşem fikri olabilir miydi? Tabi evdeki fırın bozulmasaydı, bu kadar problem çıkmayabilirdi.

Hala hindiyi pişirmek için fırın aranıyor....

Bu kadar özet yeter diyerek yorumlara geçiyorum. Bir kere adaya gönderme yapan phone number, white smoke ve bizzat Hurley'nin söylediği adadayken kaçırdıkları demin bahsi geçen bulduğumuz ilk flaşbeklerdi. Stevie'nin kimyası grupla çok uyuşmuş, ayrıca fırınından çıkan kedi kumu ve kedi de kendisinin asosyal ve içekapanık yaşam tarzını destekleyen sahnelerdi (ki zaten bütün olayları kaçırdığı zamanlar aklına takılan bir bilgisayar oyunu oluyordu)

Küvetten çıkan Zoey ve evindeki kutlama, Zoey'nin iticiötesi problemleri ve tavırları vs dizide nedense pek ısınamadığım neredeyse zorlama sahnelerdi. Ben bu kızı sevemedim, biraz da ondan sanırım objektif olamıyorum.

"Truth or Dare" oyununda sapıklık yaptıkları kişinin ufak çapta bir bilge çıkması ve Robin'in ona takılması ise hoş ayrıntılardı. Robin ve Barney'nin hikayesinin henüz bitmediği yapımcılar tarafından da sık sık belirtiliyor ama onlar bir nevi ruh ikizi gibiler. tabi 3. sezondan itibaren her iki karakterin de gelişimi ve değişimiyle daha da bir tencere kapak oldular.

******************** spoiler bitti, gözümüz aydın ************************

işte böyle keyifli bir bölümdü. şiddetle önerilir.

22 Kasım 2010 Pazartesi

idefix sanal kitap fuarı

çeşitli mecralardan okuduğuma göre idefix sanal kitap fuarı 23 kasım günü başlayacak amma velakin sitelerinde tık yok, sanal kitap fuarı başlıyooor, başlayacak vs gibi birkaç tanıtım yazısı bekliyorum ama yok, sanırım çok feci yanılıyorum ve yarın kitap fuarı filan yok. oysa ben kaç gündür deliler gibi kitap mesaisi yaptım. şunu alayım, şunu ekle şunu çıkar derken 55 editlemeden sonra 20 kitaplık bir listeye ulaştım.

içinde neler neler var derseniz ilk sırada Louis Aragon ve Aşk Şiirleri var, kitap zevkine çok güvendiğim birkaç arkadaşımın önerisiyle Jeannette Winterson'ı ekledim (aslında "vişne'nin cinsiyeti"ni önermişlerdi, ama kalmamış, ben de Atlas'ın Yükü'nü tercih ettim, üslubu görmek açısından), İskambil kağıtlarının Esrarını okurken bayıldığım Jostein Gaarder'in birkaç kitabı ve İdefix'in önerisiyle Michael Ende listemde. Ne zamandır almayı ertelediğim "Her Şey Aydınlandı", bilumum içinden İstanbul geçen kitap, Sera'nın önerisiyle Sebastian Knight'ın Gerçek Yaşamı (Nobakov), Yeşil Peri Gecesi'ni daha iyi irdeleyebilmek için "Kapak Kızı", bir devam kitabı olarak "Nietsche öldü, bir Hippopotam olarak yeniden doğdu" ve Mazharolmak da listeye eklendi. birkaç chick-lit ve adı çok ilginç geldiği için "Tanrı olmak isteyen otobüs şöförü" de listemin naçizane öğeleri.

Portnoy'un Feryadı, Vişne'nin Cinsiyeti ve Şenlikli Bir Cinayet ise tükendiği için alamadığım kitaplar.


Sonradan gelen edit: Bir gün daha sabretseydim muhtemelen bu yaı olmayacaktı. kitap fuarı 24 Kasım-26 Aralık arasında olacakmış.

17 Kasım 2010 Çarşamba


bazen psikoloji bilmemek gerekiyor, fazla analiz bünyeye zarar. her şeyi inceliyorum, her detay gözümde, işin içinde kendin varsan objektif de olamıyorsun ki yanlış yorumlamak her şeyi daha da kötüleştiriyor. canım Freud, gözlerinden öperim.

15 Kasım 2010 Pazartesi

sensiz olmaz


herkesin depresyon hırkası varsa benim de depresyon şarkım var. Bildiğim kadarıyla bu şarkı 4 farklı sanatçı tarafından söylendi.


ilki tabi ki Bülent Ortaçgil, kadife gibi. Daha sonra Levent Yüksel söylemiş, sonrasında ise Neredesin Firuze filminde Müslüm Baba'dan ve Bülent Ortaçgil'le beraber verdikleri konser sayesinde Teoman'dan dinlemiş olduk. sizce en güzel versiyonu hangisi?

13 Kasım 2010 Cumartesi

bir öneri

bu yazıyı okudunuz mu? bence okuyun, hayran kaldım çünkü ben.

11 Kasım 2010 Perşembe

deprem

bir saat önce 4.9'la sallandık. hayatımda ilk kez bu kadar hissettim. bizim köşe koltuk üstündeki 200 kg'a rağmen zıpladı, öyle söyleyeyim. tırstık mı, evet.

10 Kasım 2010 Çarşamba

10 Kasım

Kaç kişi vardır ki hiç tanımadığı kişilerce üstünde imzası taşısın demiş birileri...
kaç lider vardır ki her sene milyonlarca kişi tarafından saygıyla anılsın ve hatırlansın, Atam iyi ki senin liderliğini yaptığın bir ülkede gururla cumhuriyetin neferleriyiz diyebiliyoruz, bugün başım açık, kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadınsam bunu sana ve seninle birlikte varını yoğunu bu ülke için feda edenlere borçluyum. Teşekkürler...

8 Kasım 2010 Pazartesi

artık devir değişti, tabi reklamlar da değişti...


Geçen akşam televizyon izlerken birden Metin Akpınar'ın sesini duydum, noluyor filan derken bir baktım ninni söyleyerek tüm çocukları uyumaya davet ediyor. çok ilginç geldi. biz çocukken Adile Naşit vardı, hatırlayan var mı? masal okuyordu sanırım, kuzucuklarım benim derdi, hayal meyal hatırlıyorum bu reklamları.



bir de bu var tabi. devir değişti derken çocuklar da değişti demek yanlış olmaz. Yalın ve Vestel reklamı, robot arkadaşlar? hayır çocuklar cidden inanır buna ben söyleyeyim :)

6 Kasım 2010 Cumartesi

Kantinde buluşalım...

daha önce şu yazımda okulumun mezunlar gününe değinmiştim. okulumu o kadar çok özlüyorum ki, geçen gün üniversite fotolarına bakarken kantinde ne kadar çok resim çektirdiğimizi fark ettim. o yüzden kısaca Boğaziçi Üniversitesi kantinleri adlı yazıma başlıyorum. tabi bütün bu bilgiler beş yıl öncesine aittir ve şu an geçerliliği kalmamıştır demezsem eksik kalır çünkü ben öğrenciyken bile kantin dışarıdan gözlemlenilebilecek kadar çok değişim yaşadı.

Güney Kampüs:

1. Sosyete Kantin: 1. erkek yurdunun arka tarafındaki merdivenlerden çıkıp ulaşılabilecek yer. Teras kantin olarak da bilinir. nedense ben öğrenciyken gerçekten tikkycanların gözde mekanıydı ama 2004 yılında alt kattaki marketi kapatıp yerine değişik dükkanlardan yiyecek alınabilecek bir çeşit avm food court'u tarzı bir yer açılınca havası söndü gitti. (yahu Abbas ve Wonderland şubesi filan vardı, öyle söyleyeyim)

2. Orta Kantin: üniversiteye ilk başladığım sene buranın solcuların takıldığı kantin olduğu söylenmişti. Aslına bakılırsa bir tek solcuların değil, gotiklerin, bohemlerin ve yolu düşen herkesin takıldığı kantin. Tostu ve çayı pek güzeldi, bir de adı Leyla ya da Mecnun olan tostumsu bir şey satılıyordu, içinde nutella vardı. pek severdim.
Ben öğrenciyken tatsız bir olay yaşanmıştı, kantinin işletmecisi orada eskiden çalışan biri tarafından vurularak öldürülmüştü. dehşet dolu günler yaşamıştık.

3. Adını bilemediğim kantin, food court: işte benim 4. sınıftaki favorim. orada bir soğuk sandviçci vardı, acıktığımızda soluğu burada alırdık. Sanırım mezunlar gününe gittiğimizde kapanmıştı. (işte bu yazı o yüzden pek nostaljik) Son gittiğimde içine girip şöyle bir dolandım ama neler var neler yok çok dikkat etmemişim. (girişinde Boğaziçi ürünlerinin satıldığı bir market, yan tarafta ise kuaför var.) o zamanlar Abbas ve Wonderland'in şubeleri vardı, bir de bizim soğuk sandviçci. Hamburger ve kumpir yapan dükkanlara ise pek uğramadığımı söyleyebilirim. açıldığı sene tüm okulun favorisiydi.

Kuzey kampüs:
Kuzey Kantin: işte en çok değişim geçiren kantinimiz. önce labların olduğu binanın altındaydı ve çok büyüktü, sonra yemekhanenin yan tarafına taşındı ama başına gelenler bunlarla kalmadı. tepesine Louvre müzesindeki piramitin çakmasını yerleştirdiler, yemekhaneyle ayırmak için cam fayansla kaplandı filan.

not: foto boun.edu.tr

Neden sevilir: kütüphaneye yakındır, ders çalışırken arada çık, kahveni iç, oooh süper walla. Ayrıca yemekhanede yemek yedikten sonra çay içmek isteyenler için ideal mekandır. üstelik zaman tasarruflu, saniyeler sürmez yemekhaneden çıkıp kantine varmak, deneyin walla:)
bir de biz son sınıftayken formasyon aldığımız için (formasyon dersleri kuzeydeki eğitim fakültesindeydi) lojistik açıdan bize en yakın mekandı. çok bilirim 4-6 arası boşluğumda Kuzey Kantinde ders çalıştığımı.

Neden sevilmez: itiraf edelim, hepimiz Güney Kampüsü daha çok seviyoruz, Kuzey 2. sırada.

------- --------------- -------------------- ----------------

tabi tekrar edeyim, bu bilgilerin hepsi bayat, 5 sene öncesine ait, ki ben 4 sene içinde bu kantinlerin hepsinde ne değişikler gördüm. şimdi hayal bile edemiyorum.

3 Kasım 2010 Çarşamba

kitap fuarı

Buraya pek kitap yorumu yazmasam da aslında kitaplara oldukça düşkünümdür ve şu aralar Tüyap'taki kitap fuarını hasetle izlemekteyim. Düşünün, Alper Canıgüz ya da Murat Menteş, imzalı kitaplarıyla kitaplığınızda. E İzmir'de de var kitap fuarı diyenler olacaktır, vakti zamanında İstanbul'da yaşayıp pek çok kitap fuarı görmüş biri olarak söyleyebilirim ki İzmir'deki İstanbul'dakine kıyasl kitap kulübü toplantısı gibi kalıyor. gelen yazar sayısı az, indirimler kısıtlı, katılımlar da düşük. Hey kitap fuarını düzenleyen kişiler, İzmir'e de aynı kalitede bir kitap fuarı istiyoruz.

1 Kasım 2010 Pazartesi

strawberry ve eiffel aşkına


daha önce şu yazıda Gizem'in getirdiği Eiffel Tower'ı kolyeye dönüştüreceğim demiştim (çünkü anahtarlık olarak kullansam kesin 3 günde kırılırdı) yanına bir de fimo yaptım, çoook şeker oldular.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...