22 Aralık 2009 Salı
20 Aralık 2009 Pazar
7 Aralık 2009 Pazartesi
90'larda Türkçe pop dinleyerek büyüyen bir ergen olmak
kral tv, hemen hemen herkesin müziği takip ettiği tek portaldı (abarttım, evet) ama o zaman kimse vj Bülent'in cinsel tercihini sorgulamazdı (yazıyı yazmamın sebebi kendisinin işten çıkarılmasıdır) yeni bir klip yayınlanmadan beş gün önce reklamları dönerdi, merak ederdik o zamanlar, ne de olsa her şey tek tıkla önümüzde değildi. Ece Erken çok gençti, Sertab Erener de. Levent Yüksel çalınca herkes yeni yeni yeşeren aşk hayatına bir Levent Yüksel yamardı. bir de biz 80'lerde çocuk olanlar radyoda "bundan sonraki şarkı benim olsun" cümlesini pek bir severdik, bana şahsen hep dandik şarkılar düşerdi misal: Burak Kut, benimle oynama, ama olsundu, o Burak Kut'tu, o zamanlar bütün genç kızların odasını süsleyen üçlünün "bebeto"suydu. (diğer ikisi için bknz: mustafa sandal ve kenan doğulu) Kenan Doğulu saçları upuzun, kendisi Roma yakangillerdendi, o zamandan bu yana bize "aşk oyunu" miras kaldı. (o şarkıyı arada sırada dinlemesem bugünkü Kenan Doğulu'nun 15 yıl önceki o adam olduğuna inanamam)
Mustafa Sandal'ı nedense o zaman da sevmezdim, hala da sevmem.
Ben Kerim Tekin'i pek severdim, o çıkınca dünya dururdu. ailemin evindeki dolapta hala bir koli dolusu Kerim Tekin fotoğrafı, röportajı, posteri vs durur. kıyamadık çocukluk aşkımı çöpe atmaya. huzur içinde yatsın..
Tv dizileri o zaman bu kadar çeşitli değildi, hatırladığım Süper Baba, Baba Evi, Çılgın Bediş ve Mahallenin Muhtarları var. (daha bir sürü vardır ama hatırlayamadım)
işte, ne zamanki vj Bülent işten çıkarıldı, Kral Tv bizim için bir devri daha kapattı, 90'ların tüm anıları bitti sanki. Mesela hiç unutmuyorum, onun bir Zerrin Özer, deli gönlüm deyişi vardı, bütün 90'ları özetlerdi.
bir de girl band, boy band'ler vardı ki evlere şenlik , o da ayrı bir yazı konusu, aooow backstreet boys'un "quit playing games with my heart" şarkısını ne severdim :) (evet, rezilim)
Popsi dergisini unutmak da mümkün değil tabi, haftada bir çıkardı, aynı gün tükenirdi. o dergide o zamanlar yazan yazarlar şimdi pek çok dergide editör vs oldu, o zamanlar hazırlayan kimmişine kadar didik didik okuduğumuzdan hepsinin adı aklımızda kalmış. 15 yıl az buz zaman değilmiş aslında, yazdıkça yazdıkça aklıma geliyor 90'lar.
sahi Yonca Evcimik ne kadar yaşlanmış...
18 Kasım 2009 Çarşamba
listeler, listelemeler
- Comenius semineri için hazırlık yapılacak
- ders notları e-okul'a girilecek, performans ve sözlü notları tamamlanacak
- ev bir güzel paklanacak, sadece salon, mutfak ve banyo değil küçük odalar da :)
- Loccum marka sakızlı lokum, bu muhteşem tadın devamı bulunacak
- diyetisyenin sözleri arada bir de olsa dinlenecek
Film:
- New Moon
- Yedi Kocalı Hürmüz
- A Christmas Carol
- Bornova Bornova
- Coco Avant Chanel
- İki Dil bir Bavul
kitap:
- pulp
- sirius'tan gelen kurbağa
- Momo
- zamanya
- saatsiz ülke
- müneccim krallar
- ninni
- madde 22
- Oscar Wao'nun tuhaf kısa yaşamı
- Aşırı gürültülü ve inanılmaz yakın
1 Kasım 2009 Pazar
korkma ben varım!
geç gelen edit: evet, kitap çıktıktan yaklaşık 4 gün sonra İzmir D&R'a ulaştı. ayıp ettim İzmir'e.
25 Ekim 2009 Pazar
pek bir sıkıcı pazar günleri
15 Ekim 2009 Perşembe
14 Ekim 2009 Çarşamba
dekorasyonla kafayı bozmak ya da bozmamak
katır inadım yüzünden ev aksesuarları konusunda eksikliklerimiz var. katır inadı
diyorum çünkü sırf dolu görünsün diye bulduğum her aksesuarı eve tıkmak, dolup
doluşturmak istemedim, zaten dantel vb. şeylerle aram hiç yok yani danteli serip
üstüne bibloları da yerleştirmedim. (evi kafanızda az çok canlandırırsanız
birazdan anlatacaklarım daha mantıklı gelecektir) Bir gündüz vakti eve geldim,
giriş bomboş. çantamı salondaki masanın üstüne bıraktım. salon bomboş. koridorda
yürürken duvarlara baktım, e duvarlar da boş. olamaz evim çok ruhsuz benim
düşüncesi beynime üşüştü, hemen terapi niyetine çalışma odasına gittim (eski
evdeki bütün aksesuarlar burada) biraz sakinleştikten sonra kabullenme başladı:
ben alışverişkoliğim. duramıyorum. sırf bir şey almış olmak için bile
a-lı-yo-rum. neyse, yeni bir liste yaptım. alacaklarımı beğendim.
yan yana iki tane bissa ya da tek başına sandnes koridorda güzel durabilir ama mutlaka New York posteri olmalı. (resimdeki sandnes ayakkabı dolabı)
Bir diğer haber ise devlet tiyatrosu 2 Ekim'de perdelerini açtı ve bu dönemdeki bazı oyunları gerçekten ilgi çekici, ben şahsen Rezervuar Kanişleri ve Şerefine İnsanoğlu'nu mutlaka izlemek istiyorum. Bilgiye devlet tiyatrosunun sitesinden ve buradan ulaşılabilir.
11 Ekim 2009 Pazar
lütfen diziyi haftada 3 gün yayınlanacak şekilde çekin, tüm dünya olarak zor ve stresli bir dönemden geçiyoruz, siz diziyi 3 güne çıkarın ki robin kazansın, ted kazansın, yönetmen, ışıkçı makyöz kazansın, reklam verenler sayesinde cbs kazansın, ne diyeyim, alın verin ekonomiye can verin.
anlaştık mı?
13 Eylül 2009 Pazar
9 Eylül 2009 Çarşamba
gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu ağlardım
*Dün akşam İzmir'de sağanak yağış vardı, 7 aylık yağmurumuz 2 güne sığınca sonuç felaket oldu.
*bugün 9 eylül, İzmir'in kurtuluşu, okullar tatil.
*bugün, toprak yağmur kokuyor.
*Elif Şafak eski kitaplarıyla birlikte başka yayınevine geçmiş, kapaklar değişmiş. (ne kadar çok Buket Uzunerimsi olmuş)
*bugün, resmine dokunduğum insanın sesi üç buçuk yıldır toprağın altında...
8 Eylül 2009 Salı
29 Ağustos 2009 Cumartesi
chill-out istanbul
28 Ağustos 2009 Cuma
kiss the cook
düşünüyorum, bu kadar sene oku, izle, yorumla ama oturup iki satır düzgün yazı yazama! yetenek gerek azizim, yetenek!!!!
22 Ağustos 2009 Cumartesi
Son günlerde...
bir de yemek bloglarına taktım. durmadan yemek tariflerini deniyorum, en son fava yaptım ama bakla çorbası gibi oldu mesela, bir de buralarda deniz börülcesi diye bir hede var, tadı muhteşem ama ayıklaması zor.
geçen gün teşekkür amaçlı kuaförüme gittim, saçlarımı kestirdim. biraz garip oldu, kaküllü, önü küt arkası uzun bir model. özgür abi o kadar uğraşmıştı ki "bu biraz garip oldu" bile diyemedim, teşekkür edip çıktım.
uyku düzenim yine yerlerde sürünüyor, sabah uyuyup akşamüzeri anca uyanıorum ki uyanmam da ayrı bir muamma. 2 kahve 5 sigaradan önce pek uyanmış sayılmıyorum.
bu yaz true blood diye bir diziye takıldım, bu kadar kötü oyunculuk (anna paquin), bayık replikler, dalga geçilen sahneler ve soft porn kıvamında bir erotizmi barındıran dizinin 9. bölümünde farkına vardım ki bağımlısı olmuşum. Allahtan 2. sezonu biraz daha başarılıydı da hem izleyip hem de izlediğim için kendimden utanmanın getirdiği ikilem biraz azaldı. ama lafı geçmişken Eric karakteri ne kadar hoş ama karakterin gelişimi biraz Sawyer gibi değil mi? (yoksa küt sarı saçlar ve uzun boylu yapılı erkek benzerliği mi kuruyorum bilinmez)
bu arada kitap okumam ve okuduğum kitapların kalitesi giderek düşmekte, öncelikle bilumum ergenlerin pek bir tuttuğu twilight serisini bitirdim, sonra da elime geçen bilumum geyik kitapları okudum, misal: yeni başlayanlar için suşi. okuduğum kayda değer tek kitap "Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi" ki onu anlatmak için başka bir entry yazmalıyım, nitekim buraya sıkıştırılamayacak kadar güzel bir kitap.
öyle işte, son günlerde gezer tozar, evinin tozunu alır biri oldum çıktım.
22 Temmuz 2009 Çarşamba
Bu benim köpeğim Johnny, ama kendisi Concon, cumali, cokita gibi takma isimlerle de çağırılmıyor değil. Tam 1.5 yıldır evin bir ferdi. İlk geldiğinde 20 günlük gözü bile açılmamış bir bebekti, biberonlarla, elimizde kaşıklarla büyüttük, geldiğinin haftasında hasta oldu, veteriner veteriner dolaştırdık. Büyürken evde kemirmediği eşya kalmadı ya da tuvaletini yapmadığı yer. Ben 6 çift, sevgilim iki çift ayakkabıyı çöpe attı concon beyin ayakkabı sevdası yüzünden. Belki bütün köpekler gibidir ama bence ilginç ilginç huyları var. Bir kere yere düşen ya da açıkta bırakılan her şeyi ısırma, çiğneme kullanılamaz hale getirme huyu var, (bu ortak özellik, evet) bebekliğinden beri acılı lahmacun yer bu kerata, en sevdiği yemek ise tavuk. Kokusunu duyması yetiyor, yer gök inliyor beyefendi tavuğuna kavuşana kadar. İlginç olan ise kırmızı ete o kadar düşkün olmaması. Ayakkabı hastalığına cd, kumanda, terlik ve çorabı da eklemezsek ayıp etmiş oluruz. Çorap derken ciddiyim, bir kere ben uyurken ayağımdaki çorabı parçalamış, o derece de düşkün çorap parçalamaya. Ha bir de kitap okumayı çok seviyor, resmen kitabın sayfalarını çevirip beğendiği sayfaları koparıyor. Bütün bunlar yaramazlıkları, ama işte ondan vazgeçememe sebeblerim daha fazla. Bir kere her eve geldiğimde resmen iki ayağı üzerinde durup bana sarılır, 404 misali evdeyken her anını benimle geçirmek ister, üzüldüğüm zaman zeytin gözlerini gözlerime diker, anlamlı anlamlı bakar, ben üzgünken yukarıda saydığım yaramazlıkların hiçbirini de yapmaz ayrıca. Uykusu gelince kafasını dizime koyup öyle uyur, yemek yerken utanmasa masaya oturup bizimle yemek yemek ister, ayrıca belli başlı nesneleri adlarını duyunca ayırt edebilir, mesela top, fok, kurbağa, kemik. Hangisini istersen onu getirir, bir yerim ağrıdığında ya da acıdığında concon mutlaka hisseder, ona gülümseyene kadar başımdan ayrılmaz, gülümseyince de o da gülümseyip oyununa devam eder. Hayatımın neşesi, küçük aşkım ben İzmir dışındayken bol bol ağlarmış bir de, sevgilim söyledi. En son Antalya’ya gittiğimde her gece kapının önünde yatıp beni beklemiş, gelmeyince de ağlamış. İşte böyle benim hiperaktif kuzum.
final countdown
evim içine bolca süt katılmış kahve gibi kahverengi, bej ve aralara sıkıştırılmış turkuaz detaylarla doldu, aslında çok hoşuma giden minimalist bir ev oldu, artık iyice asosyalleşirim ben bu evde, yandık vallahi. Ayrıca Himym ve Lost'un yeni sezonları beni şu yaklaşan imza atarak sevgililiği yasallaştırma işinden daha çok heyecanlandırıyor. oooof, yarın hangi usta kaçta gelecekti ki? kafam karışık be blog, 5 saat aralıksız çalışan bir mikser gibi kısa devre yapıyorum. yaklaşık 5 yıl kadar dekorasyonda virgül değiştirmem haberin ola, ha bir de alışverişkoliktim ya ben eskiden, artık diilim haberin olsun, en nefret ettiğim eylem haline geldi. bütün borcunu ödedikten sonra ( zaten kuş kadar limiti var) kredi kartımı aylarca cüzdana koymayı bile düşünmüyorum :)
M.J de yok artık zaten. ilk gençlik yıllarımızın son kalesi de yıkıldı.
daldan dala atlama konusunda pek bir ustayım bugün ama bir de conibonum hakkında bir yazı yazmıştım, çok oldu sanırsam. onu da yayınlamak lazım be blog.
8 Haziran 2009 Pazartesi
evcilik
şimdiki evimi bir an önce taşımalıyım ama önce şu tadilatların hepsi bitmeli....
30 Mayıs 2009 Cumartesi
21 Mayıs 2009 Perşembe
toz
Aslında anlatacak çok şeyim var ama aklım fikrim gelinliğimde. kızlarla konuşurken hemen lafı gelinliğime getiriyorum, içimdeki primitif evlenmeye can atıp kocasına sarma sarmak isteyen genç kız açığa çıktı. imdat, sarma ya, sarma sar-ma. gelinlik konusuna gelince millet dudaklarını büzüp manalı manalı bakışıyorlar, o derece takıldım. rezalet. gelinliği boşver, sarma sarma.
2 Mayıs 2009 Cumartesi
22 Nisan 2009 Çarşamba
23 Nisan
tam adıyla: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk'ün tüm halka verdiği en güzel armağanlardan biri, demokrasinin topraklarımıza gelişi, sancılı dönemler.
keşke her şey bu kadar ironik olmasaydı, di mi Atam?
20 Nisan 2009 Pazartesi
all she needed was love, though...
feeling that having been cursed.
motto of the day: never leave your exes for a new one, then you might be cursed...
I thought, at the very beginning, it was even better than my dreams could be but then it turns out to be the opposite. nothing happens as I wish which is drifting me into a more discouraged and desperate person. I'm even afraid of dreaming or planning. I find myself crying when somebody asks about my future plans. I'm depressed and all I need is a break now, a break to my routines, life. There's a commercial on TV these days, depicting the regulars of a woman probably working at a bank. every day is the same, falling asleep on a couch, drinking a cup of coffee when you wake up. regulars... I don't even have the courage to leave everything behind, leave him, this damned city, this boring job. I can't leave anything and still go on complaining...
those are all boring me to death.I have to accept that I am the main cause of my tedious life.
13 Nisan 2009 Pazartesi
kısa kısa
- perşembe pazar arası her gece çıkıp içip dağıttım, aslında kendi derdimi anlatmak için buluştuğum arkadaşlarım benden de dertli çıkınca yine içime attım.
- deli gibi fotoğraf çektim ama bilgisayara yüklemeye üşendim şimdi.
- geceyarılarında yatıp sabahın köründe uyandım. (istemdışı)
- a.ro.g ve rec.ep.i arka arkaya izledik sevgilimle, içimiz sıkıldı.
- veli toplantısı yaptık, içim daha da çok sıkıldı.
- sonuçta daha çok içtim.
- bitti.
29 Mart 2009 Pazar
alsancak alsancak
Kıb.rıs Şeh.itleri caddesi Taxim gibiydi dün akşam, insanlar sokağa dökülmüş, seçimden bir önceki akşam içebildikleri kadar içiyorlardı. caddede bir adam darbuka çalıyor, yaşları 18'i bir gün geçmeyecek 5-6 delikanlı ise çevresinde göbek atıyordu, görmeye değer bir görüntüydü.
geceyi ilginç aksesuarlar alarak tamamladık ve bence bana iyi bir ders oldu. bir daha bu kadar uzun süre evde takılmayacağım....
24 Mart 2009 Salı
mart
Illusionist'te bir sahne vardı, hani Eisenheim'in zamanla ilgili yorum yaptığı sahne, "can we speed it up or linger?" ya da buna benzer bir cümle kurar. şimdi de ben soruyorum: Can we speed it up a bit?
22 Mart 2009 Pazar
rüya günlüğü -1-
14 Mart 2009 Cumartesi
oğullar ve rencide ruhlar
9 Mart 2009 Pazartesi
5 Mart 2009 Perşembe
AŞK
ikilemler
22 Şubat 2009 Pazar
geçmişe sarılmak
20 Şubat 2009 Cuma
ve filmler
Sevgilim the reader'ı pek sevmedi ki zaten beklediğim bir tepkiydi ama Benjamin Button'ı beğenmemesine gerçekten çok şaşırdım. Benjamin yaklaşık bir ay önce okuduğum bir yazıyı hatırlattı bana, okurken de düşünmüştüm aynı şeyi. Yazı der ki düşünün hayata bir tabutta gözlerinizi açıyorsunuz ve bütün hayat tecrübeniz sizde, giderek gençleşip anne karnına geri dönüyorsunuz (yanlış olmasın ama sanırım Nazlı Ilıcak yazısıydı, ama yamulmuş da olabilirim) Yazı filme atfen yazılmamıştı sanırım ama o zaman da fantastik ama niye olmasın diye düşünmüş, gözümde hayatı geri sarmıştım. Filmde de hayatı tersten okurken bir sayfada aşkla çakışması ve bu çakışmanın giderek acı verici olmaya başlaması beni en çok etkileyen kısımlarıydı. şahsen denizcilikle ve gemilerle ilgili hiçbir şeyden hazzetmediğim için o bölümlerde neredeyse sıkıntıdan çatlayacaktım. (yanlış anlaşılmasın, denizin kendisini, yüzmeyi, denizi seyretmeyi filan çok severim ama iş bir gemide çalışma ve hatta gemi yolculuğu olunca tüylerim diken diken olur) Filmin garip kısmı ise kimse Benj.'nin giderek gençleşmesine yeterince şaşırmamasıydı, ne bileyim sanki herkes yaşlı doğup gençleşirmiş gibi bir kanıksama durumu vardı. bu olay Türkiye'de olsaydı herhalde bütün gündemimizi unutup kırk gün kırk gece haber bültenlerinde gençleşen adamı izlerdik, hatta Saadettin Tek.soy mesleğe altın geri dönüşünü yapıp parmağını gözümüze gözümüze sokardı.
bu gece bir aksilik çıkmazsa Slumdog Millionaire'i izleyeceğiz. onu da yarın yazarım.
Lost'un 5. sezonu da yarına kalsın...
tembel somon kuşkucu deniz
16 Şubat 2009 Pazartesi
hopeless
14 Şubat 2009 Cumartesi
15 Ocak 2009 Perşembe
Vicdan ve P.S I love you
bridget jones ve ally mcbeal
13 Ocak 2009 Salı
picus
9 Ocak 2009 Cuma
ordan burdan
son olarak da mümkünse sağ tarafta görülen odada yaşamak istiyorum.