20 Ocak 2008 Pazar

benim bir arkadaşım var, adı ysn. sessiz sakin bir çocuktur, fazlasıyla mülayim, ortamlara karışmayan, çekingen mi içe mi kapanık bir türlü anlaşılamayan cinsten. işte bu ysn efendi'nin bir sakalı var, ki bu sakal sayesinde kendisi Sigmund Freud olma yolunda ilerliyor. Yasinle birlikte çalışıyoruz, benden bir yaş küçük olmasına rağmen anaç yapımla çocukcağızı kanatlarımın altına almış durumdayım, zaten o da sadece benimle sohbet eder kısacık sigara molalarında. her neyse, geçenlerde anlattığı bir olay, beni bir yıl öncesine götürdü (yani esas meselem bu) bir gün bu arkadaş benim eski çalıştığım yere iş görüşmesine gelmiş, ama benim eski çalıştığım yerde öğretmen olabilmek için tam dört aşamalı bir sınavdan geçmek lazım ki CEO mu alıosun öğretmen mi alıyorsun kardeeeş sorusunu sormadan duramaz bünye. şöyle ki önce oldukça zor bir ingilizce sınavından geçiyorsun, yaklaşık 2.5 saat sürüyor. eğer o sınavı geçersen yazılı sınava alıyorlar, 3 sayfa kompozisyon yazman gerekiyor(burada kompozisyonda hem written expression hem de sordukları sorulara göre teaching approach ölçülüyor, kurumun anlayışına uymazsan zaten direk eleniyorsun). şayet bunu da geçersen sözlü mülakata alınıyorsun, bu sefer yazdıklarını sözlü olarak dile getiriyorsun ki, burada dikkat ettikleri nokta, (ing.) konuşmadaki akıcılığın ve hata yapma minimalin. hadi bunu da geçtik diyelim, ki çok uzun ve yorucu bir süreç bu sözlü mülakat, sıra ders anlatmaya geliyor. sana bir konu veriliyor, dört temel beceriye dayanarak 45 dakikalık bir ders planı hazırlaman, bunu gerçekten sınıfta öğrenciler varmış gibi anlatman lazım ve en önemlisi de dersin her bir dakikasının çok eğlenceli geçmesi lazım. kısacası bu mülakatlar serisi tam bir çin eziyeti. mülakatların zorluğunu belirtebildiğimi düşünerekten sonrasına geçiyorum. neyse efendim, ben tazecik bir öğretmenken bu mülakatları başarıyla atlattım ve işe alındım. derslerin yoğunluğu, öğrencilerin kaprisi (kurum aşırı pahalı olduğu için seni satın aldıklarını düşünüyor öğrenciler) ve aylarca maaşımı zamanında alamamamın getirdiği stres ve yüklü kredi kartı borcu sonucu bir yılın sonunda istifamı vermiş ve kurumu çok ciddi eleştirmiştim. hala da eleştiriyorum, arkadaşım 3. aşamayı aşmış, ve 4. aşamada tökezlemiş, benim çalıştığım kurum da bu adama sen de öğretmenliğin ö'sü yok, vazgeç oğlum sen bu sevdadan demiş, bu yıkıcı eleştiri de arkadaşımın bir yıl eve kapanmasına sebep olmuş. e be kurum, sen maaşları ödemen gereken tarihten 20 gün sonra zar zor ödeyebiliyorsan, en iyi öğretmenlerini başka yerlere kaptırıyorsan senin ne hakkın var bu kadar zor sınavlar yapmaya, insan uzaktan bakınca gerçekten bi b.k sanıyor seni yahu. ya da en basiti mesleğe yeni başlamış birinin hevesini bu şekilde kırmaya ne hakkın var, sen hiç acemi olmadın mı???
işte freudvari arkadaşımla konuşurken bana özel sektörle ilgili çok şeyler öğreten o kurumu tekrar hatırladım, özel sektörü neden sevmediğimi de. bu yazı da eski işyerime ithaf olsun mu, olsuuun.
D.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...