27 Ocak 2008 Pazar

bookshelf


Mr Murakami has always been a speacial author to me with his incredible imagination and depictions on the alienation of society related to cultural transmission. What makes him so striking still stays a mystery though, whether his final resolutions or his simple but conceptual style of writing.
I can not deny the fact that whatever he writes, he spellbinds his readers unintentionally.

23 Ocak 2008 Çarşamba

kahve bağımlılığı


tanıdığım insanların yüzde doksanı beni kahveyle bağdaştırıyormuş, neden acaba?*
günde 10 bardak kahve içen ve boş bile olsa elinde bardakla dolaşan birini görürseniz bilin ki o benim...
ama bana sorsalardı ben kendimi başka şekilde tanımlardım.
kedi seven, evinde bambu bitkisi besleyen, sinirlendiğinde yanına yaklaşılmayan amma velakin sinirleri normal dozdayken gayet sevimli olabilen, çok kitap okuyan, çok kahve tüketen, fırsat buldukça film izleyen, alışveriş yaparken kendini kaybeden, kendine gelince de paketlere bakakalan (mesela bir keresinde gözüm nasıl dönmüşse acaip bir limon sıkacağını almışım, eve gelince ne kadar acaip olduğunu fark etmiştim), dağınık ama düzenli bu sebepten pek bir tutarsız, humanist ve sorumluluk sahibi bir insan olarak tanımlardım.
insanın kendini tanımlaması çok zor, üç beş cümleye sığamıyorsun, ya kendimizi gözümüzde fazla büyüttüğümüzden ya da tanımlanması zor bir içgüdüyle kendimizi büyütmek istememizden.
birazdan "how I met your mother" başlayacak, 20 dakikalık dinlenme süresi...

22 Ocak 2008 Salı

büyücü


to Ludmilla,
thanks...

20 Ocak 2008 Pazar

konudan konuya atlıyorum, farkındayım, ama bir sorum olacak. daha önce hiç evlenen var mı aranızda, benim bir sürü arkadaşım evlendi ama hiçbiri bana nikah için gün almanın eziyetlerinden bahsetmemişti. efendim, gidiyorsun, sana nüfus cüzdanınızı yenilemen gerekiyor diyorlar, anlatamıyorsun, ben zaten evlenince bir daha değişecek bu meret, niye yenilemem lazım, hiçbir açıklama yapmadan sıradaki diyorlar. sonra bir sağlık raporu istiyorlar, yeni fotoğraf vs, tamam bunları anlıyorum ama bir de nikah salonunda 15 dk konuklarımızı ağırlamak için istedikleri fahiş fiyat dudaklarımızı uçuklatıyor sevgilimle. zaten yeni bir hayat kurmak için yaptığımız onca masraf, mağaza mağaza dolaşıp eşya beğenme seansları, elindeki listenin eksilmek bir yana zinhar artması yeterince can sıkıcı değilmiş gibi bir sürü prosedürün ortaya çıkması vs vs....
daha ev aramaya başlamadık efendim, çilemiz uzun süre devam edecek gibi görünüyor.
benim bir arkadaşım var, adı ysn. sessiz sakin bir çocuktur, fazlasıyla mülayim, ortamlara karışmayan, çekingen mi içe mi kapanık bir türlü anlaşılamayan cinsten. işte bu ysn efendi'nin bir sakalı var, ki bu sakal sayesinde kendisi Sigmund Freud olma yolunda ilerliyor. Yasinle birlikte çalışıyoruz, benden bir yaş küçük olmasına rağmen anaç yapımla çocukcağızı kanatlarımın altına almış durumdayım, zaten o da sadece benimle sohbet eder kısacık sigara molalarında. her neyse, geçenlerde anlattığı bir olay, beni bir yıl öncesine götürdü (yani esas meselem bu) bir gün bu arkadaş benim eski çalıştığım yere iş görüşmesine gelmiş, ama benim eski çalıştığım yerde öğretmen olabilmek için tam dört aşamalı bir sınavdan geçmek lazım ki CEO mu alıosun öğretmen mi alıyorsun kardeeeş sorusunu sormadan duramaz bünye. şöyle ki önce oldukça zor bir ingilizce sınavından geçiyorsun, yaklaşık 2.5 saat sürüyor. eğer o sınavı geçersen yazılı sınava alıyorlar, 3 sayfa kompozisyon yazman gerekiyor(burada kompozisyonda hem written expression hem de sordukları sorulara göre teaching approach ölçülüyor, kurumun anlayışına uymazsan zaten direk eleniyorsun). şayet bunu da geçersen sözlü mülakata alınıyorsun, bu sefer yazdıklarını sözlü olarak dile getiriyorsun ki, burada dikkat ettikleri nokta, (ing.) konuşmadaki akıcılığın ve hata yapma minimalin. hadi bunu da geçtik diyelim, ki çok uzun ve yorucu bir süreç bu sözlü mülakat, sıra ders anlatmaya geliyor. sana bir konu veriliyor, dört temel beceriye dayanarak 45 dakikalık bir ders planı hazırlaman, bunu gerçekten sınıfta öğrenciler varmış gibi anlatman lazım ve en önemlisi de dersin her bir dakikasının çok eğlenceli geçmesi lazım. kısacası bu mülakatlar serisi tam bir çin eziyeti. mülakatların zorluğunu belirtebildiğimi düşünerekten sonrasına geçiyorum. neyse efendim, ben tazecik bir öğretmenken bu mülakatları başarıyla atlattım ve işe alındım. derslerin yoğunluğu, öğrencilerin kaprisi (kurum aşırı pahalı olduğu için seni satın aldıklarını düşünüyor öğrenciler) ve aylarca maaşımı zamanında alamamamın getirdiği stres ve yüklü kredi kartı borcu sonucu bir yılın sonunda istifamı vermiş ve kurumu çok ciddi eleştirmiştim. hala da eleştiriyorum, arkadaşım 3. aşamayı aşmış, ve 4. aşamada tökezlemiş, benim çalıştığım kurum da bu adama sen de öğretmenliğin ö'sü yok, vazgeç oğlum sen bu sevdadan demiş, bu yıkıcı eleştiri de arkadaşımın bir yıl eve kapanmasına sebep olmuş. e be kurum, sen maaşları ödemen gereken tarihten 20 gün sonra zar zor ödeyebiliyorsan, en iyi öğretmenlerini başka yerlere kaptırıyorsan senin ne hakkın var bu kadar zor sınavlar yapmaya, insan uzaktan bakınca gerçekten bi b.k sanıyor seni yahu. ya da en basiti mesleğe yeni başlamış birinin hevesini bu şekilde kırmaya ne hakkın var, sen hiç acemi olmadın mı???
işte freudvari arkadaşımla konuşurken bana özel sektörle ilgili çok şeyler öğreten o kurumu tekrar hatırladım, özel sektörü neden sevmediğimi de. bu yazı da eski işyerime ithaf olsun mu, olsuuun.
D.

14 Ocak 2008 Pazartesi

öylesine...

aslında küsmüştüm bloguma, malum ben yazıp ben okuyorum burayı ama sonradan barış yapmaya karar verdim.
bir özlediklerim listesi hazırladım.
  • canım annemi çok özledim, dün gece aylar sonra ilk kez rüyamda gördüm onu, soracaktım, anneannem yanında mı diye, aklıma gelmedi.
  • anneannemi çok özledim, telefonda canlı canlı konuşması hala kulaklarımda.
  • arkadaşlarımın bir telefon yakınlığında olmasını ve mutfak geyiklerini, beşiktaşta yapılan kriz anı komplolarımızı özledim. (çoğunlukla duygu'nun aşk hayatı üzerine)
  • son bir aydır süren ve dün biten "nefes alamamacasına" çalışma yoğunluğumu özledim. (el insaf bana di mi)

9 Ocak 2008 Çarşamba

geçen yılın bir özetini yapmak gerekirse....
-işimi değiştirdim, yeni işimi ise değiştirmek için çok çabaladım ama beceremedim.şimdi değiştirmek istemiyorum ama.
-elliye yakın film izledim, yüzden fazla kitap okudum, lost'un üç sezonunu bir hafta içinde yuttum.
-dengesizliklerim oldu, ya çok çalıştım, ya da inanılmaz boş oturdum.
-2007de de tatil yapamadım.
-antalya-izmir arası mekik dokudum, yakın arkadaşlarımın düğününe gittim.
-izmir'e çok alıştım, izmir ruhunun ne olduğunu anlamaya başladım.
-kilo aldım, kilo verdim, yoyo sendromunu üzerimde gözlemlemek isteyen diyetisyenler için harika bir denek olabilirdim. malesef onlar bu şansı kaçırdılar.
-blogumu açtım, her gün mutlaka azer'i okudum.
-25 yaşına girdim, o kadar sevdim ki bu yaşı yıllarca aynı yaşta kalmayı planladım.
-bol bol fotoğraf çektim.
-inanılmaz güzel ayakkabılar aldım.
-öğrencilerimle kar duası ettik, belki kar yağmadı ama biz çok eğlendik.
-noel baba'nın varlığına inanmaya başladım.
-evime gelen bir iguanayla arkadaş oldum.

falan filan...
listem kayda değer gibi görünmüyor biliyorum ama diğer olayları; ölümleri, kayıpları, terörü ve umarsızca elimizden alınanları yazmadım. yazmak istemiyorum.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...