29 Eylül 2010 Çarşamba

güzel şeyler


facebook'ta dolanırken, üniversiteden bir arkadaşımın fotograf albümünde yukarıdaki fotografa rastladım. Eline, gözüne sağlık, arkadaşım çok güzel çekmiş. işte hayalimdeki yer nidalarıyla izin istedim. şimdi şu kafe benim işyerim, üstündeki daire de bizim minik ufak evimiz olsa, ben sabah kalkınca üşenmem o çiçekleri sularım:) sabah kahvemi o evde içmek bile nasıl güzel olur, bilemiyorum, sanırım içini Amelié'nin evi gibi hayal ettim birazcık. bu arada burası sanırım kafe değil de hediyelik eşya dükkanı, olsun, ben Türk'üm, önüne iki masa atar, sakızlı Türk kahvesi pişirip orayı kafe de yaparım. (prof.) dr. oetker sağolsun, artık cheesecake de yapabiliyorum.
hayal kurmak güzeldir, hala güzel.
hemen fotoğrafa şarkı da ayarladım.
Sweet dreams are made of this
who am I to disagree?
travel the world and the seven seas
everybody's looking for something
iyi geceler, tatlı rüyalar.
not: teşekkürler Vildan :)

27 Eylül 2010 Pazartesi

insomnia-c



işe başlayalı bir ay, okula başlayalı bir hafta oldu ve ben hala uyku düzenimi oturtamadım. şimdi, benim gibi sabahın beş buçuğunda kalkan biri için bu intihar. eğer sabaha kadar uyumayıp, öğlen 2'de eve gelip uyuma hayalleri kuruyorsan bütün günün gitmiş demektir. ayrıca gündüz uyuduğum için bu kısır döngü devam edecek, bunu düzeltmenin tek çaresi 35 saat filan uykusuz kalıp sonra uyumak.
görsel: hastaneniz.com (ya da hastanemiz.com gibi bir şeydi)
aşırı karbonhidrat tüketme isteğimin sebebi pms'miş.
bugün yavaştan normale döndüm. yediğim 2 çikolatayı saymazsak eğer. sorun şu ki hem kilo vermek istiyorum hem de yemek yemekten vazgeçmek zor geliyor ama her şeyin bir bedeli var, burayı tekrar okuduğumda hatırlamak için yazıyorum:
no pain no gain, yediğim her fazladan lokmada içine sığamadığım pantolonun belinin bol gelmesini, t-shirt ve gömleklerimin daha rahat olmasını düşünmeliyim. deli gibi çaba harcıyorum ve boşa gitsin is-te-mi-yo-rum.
bu kadar, iradene sahip çık Deniz.

25 Eylül 2010 Cumartesi

ev kazası

aylardır diyet sebebiyle yapamadığım içelim güzelleşelim gecem bir kase bol limonlu tavuklu şehriye çorbası içerek sonlandı. öyle bir başım ağrıyor ki sanki ağrımıyor, zonkluyor yavrım yaw. Bu durumda bırak içkiyi, suyu zor içiyorum. yanarım yanarım kaç gün içicem abicim hayallarime yanarım, başka cumartesiye artık.

diyetim pek iyi gitmiyor bu aralar, yoğurt ve sebze tüketmek istemiyorum, aksine bol bol karbonhidrat içeren şeyler yemek istiyorum. Sonrasında krize çevirdiği için çok küçük miktarlarda tüketiyorum, bir nevi nefis köreltmesi.

geçen gün, yine aynı anda binbeşyüz işi halledeyim mantığındayken ufak bir kaza geçirdim. hani bazısı sakız çiğnerken yürüyemez ya, bende de tam tersi bir durum var. Asla tek işi yapamam, yapmayı sevmem. ders çalışırken müzik olacak, ses olacak, yemek yaparken bir yandan bulaşık yıkarım, dolap üstü filan silerim. öyle tek işle yetinemem bir türlü. işte yine böyle bir akşamüstü, hem yemek yapıyorum, hem de bulaşıkları makinaya yerleştiriyorum. pilav için kaynayan kettle'ı elime aldım, ıslak zemine! basmamla kapağı açık bulaşık makinasının üstüne düşmem bir oldu. makinanın kapağı bozuldu, bir türlü kapanmıyor. aslında şöyle bir bakınca komik ama çok büyük bir tehlike atlattım. kettledaki kaynar su dökülebilirdi ki evde kapının önünde nöbet halinde bekleyen köpeklerime gelebilirdi,(Alah korusun), ikincisi bulaşık makinasının gayet açık olan bulaşıklığındaki bıçakların üstüne düşebilirdim, ki çok yakınına, tabakların üstüne düştüm. sağ bacağımın arkası mosmor, sevgilim eve geldiğinde bir de üstüne azar işittim, ya sana bir şey olsaydı, kafanı yere vursaydın diye (aslında çarptı kafam, ama kalın kafalıyım sanırım, iyi ki söylememişim).
böyle işte, işin özü bulaşıkları elde yıkıyorum bir haftadır. utanıyorum servise ben bunun üstüne düştüm demeye. düşünsenize benim cüssemdeki bi hatun makinayı kırar yahu. neyse ertelemeyeyim artık ben bunu.

24 Eylül 2010 Cuma

kısa kısa

Bizim iki tane köpeğimiz var, aslında bir taneydi ama mayıs ayında evsiz kalan Tarçın kızımızı da önce misafir sonra evimizin daimi üyesi olarak aldık. tarçınla concon oğlumun pazar günü iki tane nur topu gibi bebeği oldu. Allahım, ne zormuş bebek sahibi olmak, 5 gündür ikimiz de kuş uykusundayız yeminle. hem işe git gel, hem onları sakinleştir, zoooor. bebek köpekler için ilk birkaç hafta hijyen çok önemli, o yüzden sürekli onların olduğu alan ve kullandıkları eşyalar dezenfekte edilmeliymiş. sürekli evde bir temizlik havası. Ama anneleri içgüdüsel olarak ne yapılacağını, ne zaman beslenmeleri gerektiğini, ne zaman üşüdüklerini biliyor, hayretler içindeyiz. acaba ben bu kadar becerikli bir anne olabilir miyim bilemiyorum...

tabi böyle kuş uykusuyla durduğumdan benim kafa binbeşyüz. bugün koşa koşa diyetisyene gittim, meğersem randevum haftayaymış. o kadar koşturduğuma mı yanayım, yoksa kaybettiğim bir saate mi bilemedim. neyse, en azından yürüyüş oldu bana.

bebekler doğunca fimolarımla uğraşamadım, oysa ne güzel seviniyordum, küçük motor kaslarım gelişiyor diye :) şaka bir yana, bebeler ele gelsin, tekrar başlarım, bu sefer aklımda başka fikirler var. onları denemem lazım.

şimdi buraya yazılır mı bilmiyorum ama her eve bir Gülin lazım ben onu anladım. minom bana o kadar güzel bir kitap listesi yolladı ki, ilk gördüğümde heyecandan çıldırdım. okuma listeme aldığım iki kitap var:
1. fantastic worlds: myths, tales and stories
2. the uses of enchantment: the meaning and importance of fairy tales
burayı okuduğunu bildiğimden teşekkür etmek istedim.

bu arada Ejderha Dövmeli kız'ın devamı olan "ateşle oynayan kız"ı da çok severek okudum. polisiye kurgusu maalesef her babayiğitin harcı değil ama hayata ellisinde veda eden Stieg Larsson inanılmaz başarılı ve bestseller alerjime karşın itiraf ediyorum, okuyunuz, okutunuz.

yanlış hatırlamıyorsam idefix sanal kitap fuarı geçen sene bu zamanlardaydı. bu sene ne zaman olacak, bilen varsa benimle paylaşır mı?

20 Eylül 2010 Pazartesi

yedi numara

Dün tarçın kız doğum yaptı:) İki tane bebeğimiz var artık:)
kızım iyi, sadece yanına yaklaştırmıyor:))
bebeklere zarar gelmesin diye fotoğraf çekmiyoruz. Aslında doğumu izlemek eşim ve benim için çok farklı bir tecrübe oldu, gerçekten inanılmaz bir şey, içgüdüleriyle nasıl onları gözünden sakındığını, beslemeye çalışmasını izlemek paha biçilemez. doğum büyülü bir şey.
okullar açıldı, hem öğretmen arkadaşlarıma hem de mini mini! yaramaz! kuzucuklarıma iyi bir sene diliyorum, umarım bu sene çok güzel geçer...

18 Eylül 2010 Cumartesi

I'm not superman google, bana bunlarla gelme

Google statistics incilerim devam ediyor, mantıklı aramaları pek yazmıyorum ama bunlar eğlenceli geldi. çok okunan bir blog olmadığım için tabi çok fazla kayıt yok. elimdekiler bunlar:
önceki yazı için de buraya tık tık.

rüyada karabasan basması iyimidir değildir, değildir. sıkıntılı uyuduğuna işarettir. aman dikkat, en sıkıntılı dönemlerde bana da gelirler böyle...


yatak odamın dolaplarını taş yapıştırsam: yapıştııır, ama anlayamadım böyle swarowski filan mı yapıştıracaksın yoksa deniz kenarından topladıklarını mı? bir aydınlatıver beni.


kuşkucu kitabının yazarı: bilmem, hiç okumadım, var mı öyle bir kitap, güzel mi?

yağmur yağarken ıslanmaktan kaçınmanın yolları:

1. şemsiye
2. kapalı bir alana sığınmak
3. süper güçlere sahip olmak

ama bana kalırsa eğer çok şiddetli bir yağmur değilse, yağmurun tadını çıkar. (ben çok severim yağmuru, objektif olamıyorum.)

çekirdeklerini çıkardım reçel yaptım

günlerdir beklediğim fimo hamurlarım dün akşamüstü itibariyle geldi.
çocuklar gibi sevindim ve hemen ilk denemelerimi yaptım. bence fena olmadı ama acemilik var tabi.


Bu pembe cupcakeler ve çilekli kek en sevdiklerim. aralarında en çok çilekli kekle uğraştım.

Artan hamurlardan bir tane stick dondurma ve bir tane cookie yaptım. tabi ilk olduğu için çok süper olmadılar. cookie daha kalın olsa tam süper olacakmış. bu arada bunların hiçbiri benim hayalgücüme dayanmıyor, hepsini internette nasıl yapılacağını anlatan sitelerden örnek alarak yaptım.
Bu da hesionka'nın programda yaptığı pumpkin pie, ikinci denemede hamurları 2 dk geç çıkardım ve dersimi aldım, yanıyorlarmış:)
çok kızarmış pumpkin pie ve 2 tane küpesi.
dip not: Aslında dışı da içi de daha açık renkti. bende krem rengi olmadığı için beyaz, sarı ve kahveyi karıştırarak hamur rengi elde etmiştim. içindeki balkabağı rengi için ise sarı, kırmızı ve kahveyi karıştırmıştım. eğer rengi kararmasaydı çok güzel olacaktı ama olsun. ilk göz ağrılarımdan.

Bunlar da ilk yaptığım cupcakeler:) soldaki çok güzel oldu, sağdakini 3 renk yapayım dedim olmuyormuş.
Not: Bunlar satış amaçlı teşhir edilmemektedir. tamamen yeni eğlencemi burada paylaşmak istedim. yaparken inanılmaz stres attım, gerçekten çok eğlenceli, benim gibi sigara içen birinin aklına iki saat hiç sigara içmek gelmiyorsa düşünün eğlenceyi. bütün arkadaşlarıma yaparım artık ben bunlardan :)))
fotoğraf makinam eski olduğu için maalesef fotograf kalitesi düşük, olduğu kadar artık.
Nasıl yapılır?
hamurları online sipariş alan bir kırtasiyeden aldım, büyük olanlar 3, küçükler ise 1.5 liraydı. yaklaşık 6-7 renk istedim. eğer benim gibi pasta kek yapasınız varsa beyaz ve kahveyi daha çok satın almak lazımmış (ben ikisinden de 1 büyük paket almıştım.) benimkiler bitmek üzere :(
hamur oldukça sert, yumuşatana kadar 10 dk uğraştım. sonrası hayal gücünüze kalmış, ben ilk denememde sadece yapabilitemi ölçmek için bilinen modellere çalıştım. pişirirken fırında çok uzun süre tutmamak gerekiyormuş, tecrübeyle sabittir, hemen üzerleri kızarıyor. 200 derece önceden ısıtılmamış fırında 4-5 dakikada mis gibi oluyorlar.
kolay gelsin

15 Eylül 2010 Çarşamba

işin aslı sevgilim sen bana fazla iyisin

ooops, tekrar diyet takıntılarıma dönüyorum. Bu aralar bende bir umursamazlık, bir iştah var anlatamam. bıraksalar bir dünyayı hoppadanak mideme indirip üstüne tatlı niyetine mars bile yiyebilirim. Son 3 günde, patates kızartması (fırında) ( diyette bana yasak olan 3 maddeden biri patates, diğer ikisi ise pirinç ve makarna), cips, sarma ve aşırı tüketime girecek şekilde ekmek tükettim. tatil bana yaramıyor. Tüketmem gereken miktarın 5'te biri kadar yoğurdu ancak tüketebilmişimdir. kahve yasağı ise iyiydi, tamam bak kilo verdin günde 2 tane içebilirsin cümlesini günde beş kahve içerek sömüren kendimi kınıyorum.

olay diyet değil aslında, kendimle, irademle, iştahımla savaşıyorum. biliyorum ki yediğim her patates, fazla tükettiğim her bir gram yağ bir şekilde kendimi mahvetmeme sebep oluyor. (self-destruction) amma velakin o an gözüm dönüyor, bir şekilde yemeliyim diyorum ve tıkınıyorum. ilk ay daha kararlı ve istekliydim, neler oluyor bana?

işe başladık ama başladıktan iki hafta sonra bayram tatiline girmek pek iyi olmadı. tam alıştık derken yeniden tatil özellikle bayramda evde oturan bize pek iyi gelmedi. Tek güzel yanı Duygu'nun arife günü İzmir'e gelmesiydi. maalesef fotoğraflamadık ama çok eğlendik. Kemeraltı'nın bir ucundan girip diğer ucundan çıkamadık. (çok kalabalıktı, sıkışıp kaldık, ilk oturduğumuz yere zar zor geri dönebildik)

tatiller aralık ve nisana denk gelse tam süper olacak, en çok yorulduğumuz iki ay bunlar.

Daha ders programlarımız teslim edilmedi, umarım mantıklı saatler içerisinde olur, ilk ders 7. 3o'da bir sonraki ders 11'de olursa çok zor olur ama her zaman için bebekli anneler öncelikli bizim okulda!


mini mini birler okula başlamış :) bir heyecan okulu geziyorlar, bu sene ana sınıfımız da var, bol bol velet seveceğiz demektir:)

Uyku düzenim yine bozuldu. Vücut saatim, canımsın, en kralımsın hadi bir kendine çeki düzen ver.

13 Eylül 2010 Pazartesi

American Dad


Bu sene bir arkadaşımın zorlamasıyla izlemeye başladım, 1. sezondan sonra ise iyice alışıp müdavimi oldum.
Seth Macfarlene (Family guy'ın yapımcısı) gururla sunar : American Dad
ilk bölümünde ritm biraz düşüktü daha çok karakterleri tanıtma kaygısı vardı. Aslında ben de biraz karakterlerden bahsetmek istiyorum.
American dad, nam-ı diğer Cia ajanı Stan Smith: hafif paranoyak, kontrol delisi, aslında iyi ama yukarıdaki iki özelliğinden dolayı çatlak bir adam. Amerikanların üstün ırk olduğuna inanıyor, alttan alta Amerikayla dalga geçen diyalogların usta oyuncusu.
Francine Smith: Stan'in karısı, bir nevi Barbie bebek gibi bir kadın. kendi içinde tutarsızlıkları, işve cilveyi ve bol miktarda mizahı barındırıyor.
Hayley Smith: Hayley her şeye karşı cümlesi onu özetler. Evin aydın insanı, minibüste yaşayan sürekli oynaştığı hippi bir sevgilisi var. feminist, tabi ki. arada annesini de gaza getiriyor.
Steve Smith: Evin popülerlikle uzaktan yakından alakası olmayan ama popüler olmayı çok isteyen oğlu. bir nevi geek.
Uzaylı Roger: Evin evcil hayvanı. öyle bir aile ki evcil hayvanları bir uzaylı ve bir balık. Roger kurnaz, cinsiyeti belirsiz bir uzaylı. takıntıları var ama ev halkına uyumu süper!
Alman sporcudan devşirme balık Klaus: Alman sporcunun beynini balığa yerleştirmişler, dolayısıyla Klaus konuşuyor ve Francis'e aşık.
Not: Evcil hayvanları nereden geldi diye merak edenlere Stan Smith'in Cia'de çalıştığını hatırlatırım.
Animasyon seviyorsanız izleyiniz efendim.

Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi


Geçen yıl okuduğum tadı damağımda kalan bir kitap.
Ayfer Tunç'un "Bir maniniz yoksa annemler size gelecek" kitabını okumuş ve açık söylemek gerekirse pek sevememiştim. Muhtemelen yazarının aynı kişi olduğunu fark etseydim bu kitabı almazdım ama iyi ki fark etmemişim.
kitabın içinde yüzlerce karakter var ve her biri dantel gibi birbirine bağlanmış. yazar, bir olayı anlatırken yan karakterlerden birinin hayat hikayesine çok başarılı bir şekilde geçiş yapıyor ve bahsedilen her karakter, kitabın çözülme kısmında hikayesini tamama erdiriyor.
havada asılı kalan hikaye ya da karakter kalmamış, muhtemelen yazar çok uzun süren bir ön çalışma yapmış ki kitabın kurgusu ve olay örgüsünün tutarlılığı da bunu gösteriyor.
Benim favori karakterim Barış Bakış oldu, ayrıca elinden düşürmediği "bir deli değilin defteri"ni bir türlü bulamadım.
Karakterlerle ilgili betimlemeleri de ayrıca okuyucunun ilgisini nasıl yüksek tutacağını bilen bir yazarın elinden çıkmış.
kısacası okuyun okutunuz efendim.
Hamiş: sanırım ben akıl hastanelerini seviyorum. bir türlü bulamadığım "I'm a cyborg but it's okay" filmi de akıl hastanesinde geçiyor.

The Addams Family

Bir süredir kendi çapımda eskiden izlediğim, sevdiğim filmleri tekrar izliyorum. The nightmare before Christmas, The Truman Show, Beetle Juice, Back to the Future series vs.
Biz çocukken Addams Ailesinin çizgi filmi de vardı, maalesef 1991 yapımı filmi izleyip izlemediğimi hatırlamıyorum bu yüzden dün gece izlemeye karar verdim ve kararımın ne kadar doğru olduğunu anladım.
bu film muhteşem, karakterler çok iyi karikatürize edilmiş ki bu da çizgi filmin orijinaliyle çok uyumlu. oyuncu seçimleri muhteşem, oyunculuklar da.
Bir an çocukluğuma döndüm.
iyi ki almışım, iyi ki izlemişim dediğim filmlerden.

çok kişisel

Annesi babası memur olan bir çocuk olarak sadece bebekliğimin 6 ayını geçirdiğim ve bir daha (maalesef) hiç gitmediğim Urfa'da doğdum.
çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım Antalya'da geçti. mavi ve yeşilin buluştuğu, her daim sıcak olduğu zannedilen şehir. (hayır, kışları baya soğuk geçer, öyle tahmin edildiği gibi kışın denize filan girmeyiz)
Üniversiteyi İstanbul'da okudum. hayatımın en güzel yılları diyebileceğim, Boğaziçi'min boğaza nazır manzarası, Beşiktaş'ın bana güzel anılar bıraktığı, Taksim'de eğlendiğim yer. Ben İstanbul'da büyüdüm. Bugünkü Deniz oldum diyebilirim.
Sonra ani bir kararla İzmir'e taşındım. (aslında taşındık demeliyim, Serkanla ortak kararımızdı.) yaklaşık 4 yıldır da İzmirdeyim.
Ailem biraz karma, soranlara annem şuralı, babam buralı, ben şurda büyüdüm diye anlatırım hep.
iki tane adım, iki tane soyadım var. Hepsini taşımaktan gurur duyuyorum.
Şu ana kadar hep güzel dostlarım oldu, gerçekten güvendiğim ve bana güvenen güzel insanlar.
Canımdan çok sevdiğim annem ve babam, bana çocukluğumdan beri tüm insanlar eşittir diye öğretti, senden daha zengin, fakir, güzel, çirkin vs olabilirler ama bu dünyada yaşayan her insan aynı derecede önemli ve kıymetlidir. kulağıma küpe oldu.
ben 12-13 yaşlarındayken annem kanser oldu. Daha çok gençti. 10 yıl savaş verdi ancak 2006 yılında savaşımızı kaybettik.
Eşimle tanışmam çok ilginç değil ama bana gerçekten sevmeyi ve sevilmeyi öğreten adamdır.
Bir devlet okulunda öğretmenim, öğrencilerime sadece İngilizce değil, sosyal adalet, saygı gibi genel geçer kuralları öğretmeye çalışıyorum. (Aslında bunlarla daha çok uğraşıyorum sanırım, istiyorum ki, onlara her söylenene "he" demeyi değil de düşünerek, kendi iradelerini kullanarak doğruyu yanlışı bulup karar verebilsinler. )
kitap okumayı çok severim, ama öyle böyle değil. İmkanlar dahilinde haftada 4-5 kitap bitirebilirim.
müziğe çok düşkün değilim. 10 gün dinlemesem aramam.
En sevdiğim kitap Haruki Murakami'nin Wind Up Bird Chronicles'ıdır.
kilo ve temizlik takıntım vardır. bu cümleden çok zayıf, çok titiz bir hatun manası çıkmasın, sürekli kilo vermeyi düşünürüm ve mutfak ya da banyo kirlendiği zaman temizlemeden rahat bir uyku çekemem. evin diğer kısımlarına takılmasam da bu ikisi takıntım.
Acaip tembelim, kitabını bile yazarım. bir de hiç sevmediğim bir erteleme huyum var, amaaaaan yarın yaparım cümlesi en sık kullandığım cümledir.
Yine hiç sevmediğim bir liste yapma huyum var ki evlere şenlik. temizlik yapmadan önce bile liste yaparım.
Sevdiğim insanları çooook sevsem de hafif kin tutar bünyem yüzünden çok çabuk silerim. Affetme meziyetlerim az gelişmiş boyuttadır.
bir de alışverişkolik olma ihtimalim var. Eve gelmeden önce mutlaka bir şeyler alma ihtiyacı duyarım.
Söylemeye gerek var mı, hiç para biriktiremem.
yengeç burcuyum, dengesizim.
En sevdiğim filmler: Eternal Sunshine of the Spotless Mind, Amelie, Lord of the Ring Triology; diziler ise sürekli değişir ama aklıma ilk gelenler:How I met your mother, Lost ve Pushing Daisies.
Polisiye-gerilim tarzı kitap ve dizilere bayılırım.
hiç korku filmi izleyemem, acaip korkarım.
hiçbir şeyi yarım bırakamam, sevmediğim bir filme bitene kadar katlanırım, yarım bıraktığım çok az kitap vardır.
Edebiyat mezunu olmama rağmen kendimi yazarak ifade edemem.
dantelden pek haz etmem.
50'li ve 60'lı yılların modası favorimdir. yanına bol yıldız koyarım.
yaratıcılık önemlidir, bir şeyler yaratan üreten insana beğenmesem de saygı duyarım.
Muhtemelen tek çocuk olmam yüzünden bencilimdir, üzerinde uğraştığım ama hala düzeltemediğim bir özellik. Bir şey yerken içerken "sen de ister misin?" diye sormak aklıma gelmez.
köpekleri çok severim. En büyük hayalim bahçeli bir evimiz olması.
işte ben kısa kısa buyum ve ülkemi seviyorum. Bir 12 Eylül günü canım ülkem için içim acıyor.
12 Eylül Türkiye için kara bir gün olsa gerek...

12 Eylül 2010 Pazar

ben yoğum deme sakın, fujitsum siemensim minik beyaz prensesim

amanın, bilgisayarım bozuldu. nasıl oldu anlamadım, birden kapandı, sonra 2 saatlik bir bekleyişten sonra fabrika ayarlarına geri dönmüş bir şekilde hayatına devam etti.
şu an ms office bile yok bilgisayarımda :(((
bir yıldır düzenli bir şekilde tuttuğum (hem de excel'de) gelir gider tablom ve harcama düzenleme cetvelim de gitmiş...
resimler zaten uçtu gitti..
oooof

5 Eylül 2010 Pazar

kısa kısa

  • aslında elime geçene kadar yazmayacaktım ama Did'e tıklayınca göreceğiniz Audrey kolyenin siparişini verdim, benim gibi teknolojinin t'sinden anlamayan birine sabırla ve anlayışla yaklaştı ve kolyem cuma günü okula geldi. (ben gittikten sonra ama olsun:) Sırada aynı sitede görebileceğiniz küçük prens çantası var. tık tık , yaratıcılığına ve becerisine hayran kaldım. Buradan teşekkür etmesem olmazdı.
  • 1 eylül itibariyle çalışmaya başladık.
  • dinleyenler dinlemeyenlere dinletsin.

The pierces -Secret

Nancy Sinatra - Sugar Town

  • Şu an elimde 3 tane dizi var. biri Six Feet Under, diğer ikisi Hitchiker's guide to the galaxy ve The triangle (bunlar mini dizi, hangisinden başlayacağımı bilemedim, önerisi olan?)
  • okulumuza "insanlarla en hızlı kaynaşan" liginde birinciliği hiçkimseye kaptırmayacak bir öğretmen geldi. bir baktık geldiği ilk gün bizim meşhur anne grubuyla bebeğinin ateşini tartışıp yemek grubuyla tarifleri değiştirmeye başlamış. Böyle insanlar beni şaşırtıyor biraz.

3 Eylül 2010 Cuma

senden benden bizden

en nihayetinde google'ın bloggerlar için açtığı istatistikleri kullanmayı öğrendim. Aslına bakarsak bunu kurmamın tek sebebi kıskançlık, hani herkes yazıyor ya şu kelimeleri aratanlar benim bloga düşmüş diye. sonuç ne oldu derseniz benim blogtan pek bir şey çıkmadı. yani eğlenemedim, sadece bir cümle beni çok kopardı. ufak ufak bakalım.

kuşkucu somon: evet efendim, blogumun adı, Douglas Adams'ın öldüğü sırada yazdığı ve tamamlayamadığı kitabı. Eşi, Adams'ın vefatından sonra çeşitli yazılarını toparlamış, bir şekilde memoir. çok severim o ayrı.

kuşkucu aile kaza: bunu pek anlamadım, aile mi kuşkucu, kaza mı kuşkulu, yoksa bu aile bit palas'ta zemin katta yaşayan paranoyak aile mi?

takıntılıyım: ben de! yazdım ama hani pek işe yarayacak bilimsel bir makale değildi.

yıldız tilme suan yanımda olsan sana neler vermezdim: canım benim, tilbe onun soyadı, ayrıca googlecığım seni bana nasıl yönlendirdi bilemedim, ama en çok eğlendiğim cümle buydu.

3 günde 4 kilo nasıl verilir ki?: bak bu soruya nasıl cevap vereceğimi bilemedim. ben bir aydır diyetteyim, ancak 4.5 kilo verebildim. bilsem bunu dünya alemle paylaşır bir ayda 40 kilo verip ömrümü 8 aya düşürürdüm. şaka bir yana bence böyle küçük hedefler koyup ömrünü yeme, otur dzgün beslen, spor filan yap, kilo bir şekilde gidiyor zaten.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...