30 Eylül 2011 Cuma

umutsuz ev kadını modu volume 98734547

biliyorum yemek blogu değilim ama bu poğaçaları ben yaptım, üstelik aradığım tadı bulana kadar bin farklı tarif denedim ama bu tam istediğim gibi oldu. (Kalamış marina'ya giderken Kadıköy'ün bittiği yerde bir pastaneden alırdım zamanında, işte o tat) üstelik fotografladım. tarif ferrostable'dan, ama ben içine ekstra olarak 1/4 kadar havuç rendeleyip biraz peynir koydum, doğal olarak biraz daha fazla un ekleyerek hamuru katılaştırdım. Güzelce paketlenip Güney'in annesine gidecek :)

29 Eylül 2011 Perşembe

tarçın hanım

merhaba, ben Tarçın. 3,5 yaşındayım. bazıları beni çirkin şey seni diye seviyor, çok bozuluyorum ama çaktırmıyorum. aslında akıllı ve usluyum ama kedi miyavlarsa, köpek havlarsa Allah yarattı demem deli gibi havlarım. yemek yemeyi pek sevmediğim için hep 5 kiloyum, tüm koltukların ve yatakların üstüne atlayabiliyorum. annemi ve babamı çok seviyorum. tamam, bizim evde yaşayan Concon'u da biraz seviyorum. fotograf çektirmeyi ise hiç sevmiyorum, kaç yıldır ilk kez annem yüzümün gözümün görüldüğü bir fotograf çekebildi. bir de keşke her gün biz tavuk verseler, ama vermiyorlar. alerji malerji konuşuyorlardı, dinlemedim gerisini. not: Sezin teyzem bana "sana estetik yaptıralım" dedi, estetik dediği güzel bir şey mi acaba? Sonradan gelen edit: conibon ise şu postta, bebekti o zamanlar.

24 Eylül 2011 Cumartesi

fidyecinin peşinde

Kelepir kitaplarımın dördüncü ve sonuncusuna geldik. yine bir Patricia Highsmith romanı, Fidyecinin peşinde ve bence yazarın okuduğum üç kitabı içerisinde en iyisi.
kaçırılan köpeklerinin bulunması için Reynolds ailesi polise başvurur ancak tahmin ettikleri üzere onlarla pek ilgilenen çıkmaz, polis memuru Clarence hariç. Hikaye, Ed Reynolds, Clarence ve köpeği kaçıran Rowijinski'nin anlatımlarıyla akıyor. her karakter kendi içinde takıntıları olan adamlar ve Highsmith yine derin karakter analizleriyle karakterleri olayların önünde tutmayı başarmış. Olaylar aslında tahmin edildiği gibi gitse de Clarence'ın karakteri ve bu üçlü arasındaki ilişkiler hikayeyi farklı bir boyuta taşımayı başarmış. önerir miyim, kesinlikle.
bir de daha önce şu postta anlattığım heykeltraş için aşağıdaki resmi koymayı unutmuşum, yıllardır böyle fiyatlar görmemiştim.
sırada anlatılmayı bekleyen kitap ise kitap kulübümüzün kitabı...
not: sanırım Derin Sular'ı da yazmamışım. onu da yazmak gerek tabi.

takdir edilme çabası

temizlik yapmak o kadar büyük bir külfet ki yapınca takdir edilmek istiyorum, ondan bu başınıza ekşimelerim, her yaptığım işi anlatmalarım. "bir nevi çizdiği her çizgiyi, yazdığı her harfi göstermek isteyen ilkokul bir veledi gibiyim."

22 Eylül 2011 Perşembe

püsküütlü pasta

beni tanıyanlar tatlı yapmada ne kadar beceriksiz olduğumu biliyorlar, hele süsleme filan hak getire. yapabildiğim iki tatlı var, biri hindistancevizli kurabiye, bir de bu püsküütlü pasta. eee, ne diyeyim, bundan daha iyisini yapamadığımı bildiklerinden bu bile misafirlerimizi mutlu ediyor :)

12 Eylül 2011 Pazartesi

heykeltıraş- minette walters

Kelepir kitaplarımla devam ediyorum. bu seferki gerçekten polisiye üstelik cinayeti ilk duyduğunuz anda insanın kanını donduran cinsinden. SPOILER Olive, annesi ve kız kardeşini öldürmekten hapse düşmüş, aşırı şişman bir kadın. (180 cm boyunda, en az 160 kg diye tanımlanıyor kitapta.) ailesiyle ilgili problemleri var, belli ki. işlediği cinayet en zalim benim diyenin bile tüylerini diken diken edecek cinsten ama Rosalind isimli yazar kızımız bu cinayeti ve Olive'i kitaplaştırarak bir şekilde kendi geçmişinden kaçmayı planlıyor. Araştırdıkça işin boyutu değişiyor ama araştırırken Olive'in aşırı yalancı olduğu ve herkesin inanılmaz bir yalan söyleme kapasitesi olduğu göz ardı edilmemeli . SPOILER kitap, başından sonuna kadar okuyucuyu kendine bağlayacak bir tempoda ilerliyor. Walters, Roz'u sonuca götürecek her detayı dantel gibi işlemiş öyle ki tabiri caizse ilk sahnede görülen tabanca mutlaka patlar sözünü nasıl pekiştiririm diye uzun uzun bu hikayeyi kurguladığından şüphelendim. yani kısacası kurgusu çok başarılı. karakterlerden bahsedecek olursak, şahsen ben olayı yazmak için didinen yazarı (Roz), cinayetten içeri atılmış/toplumdan dışlanmış Olive'i ve hikayeyi cidden renklendirip bir sonraki aşamaya taşıyan Sister Bridget'ı, Hal'u pek sevdim. katil diye tanıtılan karakterde bile bir sevimlilik vardı. o yüzden kitap boyunca Roz'dan faklı düşünemedim, bol bol empati kurdum. yan karakterler ise cidden çok başarılıydı, bir ara cidden televizyonda O'brian ailesi olsa nasıl görünürlerdi o bile gözümde canlandı. canlı tasvirlerle pek çok mekan da gözümde canlandı. Filmi olsaydı eğer yapımcılar hiç zorlanmazdı ona eminim. sonuç olarak, eğer polisiye seviyorsanız şiddetle öneririm. bu arada formspring hesabı açtım ben, kimse de bana soru sormuyor doğal olarak. sormak isterseniz: http://www.formspring.me/desde1

9 Eylül 2011 Cuma

trendeki yabancılar

D&R'a en son gittiğimde Can yayınları bazı kitapları kelepire çıkarmıştı, hanım koş dört teleye kitap var dedim, ıncık cıncık inceledikten sonra kredi kartıma ufak bir darbe daha indirerek birkaç tane kitap daha aldım.
üstünde polisiye yazsa da trendeki yabancılar (strangers on a train) kesinlikle polisiyeden çok psikolojik gerilim, hatta bana oldukça Ian McEwan'ın Sonsuz Aşk'ındaki karakterleri anımsattı. SPOILER bir tren yolculuğuyla başlayan iki sıradan adamın arkadaşlığı, bir tarafın sağlıksız/obsesif ruh haliyle diğer taraf için ömür boyu vicdanen taşıyacağı bir yük haline geliyor. yazar her iki ana karakteri de kitap boyunca öyle geliştiriyor ve derinleştiriyor ki sen, ben, sokaktan geçen adamken Guy ve Bruno olup etten kemikten karakterler haline geliyorlar. kitap biraz yavaş bir tempoda ilerlediği için karakter gelişimleri de yavaş ama okurken insanın kapasitesi cidden sorgulanıyor öyle ki kitap bittiğinde insan herkes cinayet işleyebilir mi sorusunu kendisine sormadan duramıyor. temposu çok düştüğü anlarda biraz sabretmek gerek, çok değil iki üç sayfa sonra Patricia Smith hemen yeni bir olay örgüsünün içine ittiriyor karakterleri zaten. SPOILER Sonuç olarak önerir miyim, evet. zaten kısa bir kitap, anlatımı iyi, hele bir de psikolojik gerilim seviyorsanız oldukça tatmin edici bir kitap. not: paragraflarım nedense bitişik çıkıyor, ne yapmalıyım?

yep, zaz İzmir'e geliyor beybi

Kırk yılın başı bir erken yatıp pek sevgili tıvitırımdan uzak kaldım, o gece İzmirdesanat Zaz'ın güzel İzmirimize geleceğini duyurmuş, şekilsiz uyuyup her bir yanımı ağrılara gark etsem de haberi görmemle havalar uçmam bir oldu.
evet efenim, 23 Ekim pazar gecesi Zaz, İzmir Arena'da sahneye çıkıyor, biletler 40 tl, biletler Biletixte. Biz, Gizem, Begüm, ben gidiyoruz. oralarda görüşürüz.

7 Eylül 2011 Çarşamba

peki siz kaçıncı tekil şahıssınız?

facebookta yavaş yavaş herkes delirmeye başladı. kimi çok çalışmaktan, kimi çok tatil yapmaktan kimi de 9 günlük tatilin ardından işbaşı yaptığından. herkes kendisinden başka tekil şahıslarla bahsediyor. Eda: "Eda Kıbrıs'ta." 2 likes, 5 comments Mustafa: "az daha çalışırsa beynini duvara vura vura eritecek, böylece bu tempo bitecek." 3 likes, 5 comments Ayşe : "Eren ve Ayşe'nin çocukları oldu." 36 likes, 54 comments gibi. bir furyadır almış başını gidiyor. ayrıca 0.facebook'u kullananların her yorumu beş kez geliyor, böylce anormal yorum sayılarına ulaşıp hit yaptım diye sevinenler de var. bir de benim gibi durmadan oyun oynayıp wall'unu çocuk parkına çevirenler var, topluca kınanıyoruz biliyorum.

4 Eylül 2011 Pazar

eylül

Eylül ayında İstanbul'da olmak lazım, özellikle Boğaziçi'nde. okulda dolanırken kızaran yaprakların fotoğraflarını çekmek, akşamları hafif üşüyüp ince bir hırka giymek, arkadaşlarla keyifli bir yerde sohbet etmek lazım, eğer hala duruyorsa Viktor Levi'de.

3 Eylül 2011 Cumartesi

atame/bağla beni ya da bir almadovar filmi



23 yaşındayım, 50 bin pesetam var ve bu dünyada tek başınayım. sana iyi bir koca, çocuklarına da iyi bir baba olmaya çalışacağım.
diyor Ricky Marina'ya ona vurduktan hemen sonra,
seni kaçırdım çünkü bana aşık olman için beni tanıman gerekiyordu!
Aslında bu cümleler bile Ricky'nin nasıl bir ruh halinde olduğunu anlamamız için yeterli olmalı. deyim yerindeyse filmin en vurucu cümleleri bunlar. karşımızda gencecik bir Antonio Banderas, sırılsıklam aşık bir adam rolünde. Aslında kadına olan takıntısının sebebini öğrenince bir "Ercüment Çözer" vakası diyebiliriz. yeni bir koleksiyoncu hikayesi gibi başlayan film, aslında koleksiyoncu'dan oldukça farklı, stockholm sendromu, bağımlı bir sevgi, bağımlı bir kadın var içinde ama bu sefer kısıtlı da olsa kadın'ın sesi var, istekleri var, mutlu bir son filan var.
----------------------- spoiler----------------------
Ricky, akıl hastanesinden çıkınca uzun süredir aşık olduğu Marina'yı kaçırır ve aralarında absürd bir ilişki başlar çünkü eski bir porno yıldızı ve eroin bağımlısı olan Marina'nın cidden çok güçlü ağrı kesicilere ihtiyacı vardır, Ricky'nin ise onun sevgisine...
---------------------- spoiler------------------------


hamiş: filmi öneren arkadaşım M.'ye sevgilerimi sunarım.

erebos

Bu bir oyun, Seni izliyor, Seninle konuşuyor, Ödüller dağıtıyor, Seni test ediyor, Tehditler savuruyor, Onun tek bir amacı var: Seninle oyun oynamak istiyor Tamamen bir yaz kitabı okuyayım diyerek almıştım ama akıcı anlatımı ve güçlü tasvirleriyle kitabı nasıl bitirdiğimi anlayamadım. spoiler Kitap hiçbir yerde satılmayan, sadece görev verilen bir kişi size iletirse dahil olabileceğiniz bir oyunu anlatıyor. cd yavaş yavaş tüm okula dağılırken Nick, merakla sıranın kendisine gelmesini bekliyor. sıra kendisine geldiğinde ise uykusuz gözlerle kahve sırasını dolduran, kimseye ser verip sır vermeyen arkadaşlarını anlamaya başlıyor ama ya oyun sizden yapamayacağınız şeyler isterse? oyundan atılıyor ve sırrı ortaya çıkarmak için bir grup arkadaşıyla çalışmalara başlıyor. spoiler kesinlikle yaz kitabı, eğer macera kitabı seviyorsanız kesinlikle öneririm.

tamamen kişisel ve saçma bilgiler içerir.

kendim hakkında saçmalama hakkım var mı? varsa eğer: * ustutupsuz sakız çiğneyen insanlara kıl olurum, ağızlarına ağızlarına vurasım gelir * Tolga diye bir arkadaşım var, dünyanın neresine koyarsan koy şıp diye kaybolur ya da olabilecek en uzun yolu seçer. * hayatta hiçbir şeyi beklemeye tahammülüm olmadığı halde ne kadar erken çıkarsam çıkayım her yere geç kalma yeteneğim var. bu yüzden de en çok kendime tahammül edemem. * stres altında çok başarılı işler çıkarabilirim, bakınız yayıla yayıla yaptığım ödevler vs. yumurta topuğa dayandığı an yaptığım ödevler. * kitap okumadan uyuyamam. kitabı okuyacağım diye yine uyuyamam. yani uyuyamam. uyku problemim var. * asla yumurta ve pişmiş domates yiyemem. * en yakın arkadaşlarımın hepsi çatlak ama ben normalim! nasıl buldular beni anlamıyorum. * sevdiklerime kuzu, kuzukulağı daha da kötüsü deniz börülcem diyebilirim. kaçınız. * overrated şeyleri önce sever, sonra nefret eder ama yine dönüp dolaşıp severim. misal: titanik * aşırı sinirlendiğimi gören çok az kişi vardır, bir daha görmek istemediklerini itinayla belirttikleri için burada anlatmayacağım ama pek hoş değil zannımca. * acaip liste yaparım, bir organizasyon filan varsa planlama işini bana bırakın ama uygulama kısmında çok başarılı değilim, onu başkası yapsın. * bugün hayatımı özetleyen cümleyi duydum: "bir yengeç kadınının evi asla pırıl pırıl olamaz, ne kadar temizlenirse temizlensin o evde hep bir dağınıklık olur." * bir de deniz, su dedin mi içim gider. deniz olmayan bir şehirde yaşamak kabus gibi gelir. eveeeet, olabilecek en gereksiz bilgilerle burayı doldurduktan sonra biraz uyumaya çalışmalıyım. iyi geceler.

1 Eylül 2011 Perşembe

kitap hırsızıyla ilgili yazıyı sıcağı sıcağına ve İngilizce yazdım. daha da yazardım da durdurdum kendimi. olmadı ben onu Türkçe bir daha yazıp yayınlayayım.

the book thief

HERE IS A SMALL FACT "YOU"RE GOING TO DIE"
SPOILER the book thief is a story narrated shockingly by the death himself, at first I couldn't get the fact that narrator isn't the protagonist but a witness retelling the story of Liesel who started stealing books with the sudden death of her brother while they were travelling to their foster parents' house. she couldn't even read when she stole the first book but it was a challenge that she came over with his dear Papa, who is an accordionist, a painter, a patient foster dad even cleaning his daughter's wet sheets secretly after her nightmares. her father, though ignorant by all terms, taught her how to read and encouraged her with all his heart. It was war time, even death itsef was busy for "the führer", and the neighbourhood they were living was one of the poorest in Germany but Liesel was craving for books rather than food so she started stealing books with her best friend Ruby (who isn't interested in books at all but falls for Liesel, looking for a kiss but couldn't get it). "something about a kiss/ something about a Saumensch/ how many times did she have to say good bye?" the neighbourhood and characters are vividly described so that readers can find themselves in Himmel, playing footbal with kids, making soup with peas and water, crying for a dead son, living in the basement and feeling the threat of getting caught just because of your race or hiding in the basement with the inhabitants of Himmel street when the sirens start. this book contains some brave people, some fanatical people, " a Jewish fist fighter and quite a lot of thievery." max, their Jewish guest, draw some illustrations while he was staying there which were quite impressive&ironic because those are drawn into painted pages of Hitler's book,mein kampf...
a short passage from the book: THE SWAPPING OF NIGTMARES the girl: "tell me what do you see when you dream like that?" the Jew: ".... I see myself turnning round, and waving goodbye" the girl: " I also have nightmares." the Jew: " what do you see?" the girl: " a train and my dead brother." the Jew: " your brother?" the grl: "he died when I moved here, on the way." the girl and the Jew: "ja-yes" SPOILER as I read the book in English and have just finished it, I wrote it in English.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...