28 Mart 2011 Pazartesi

kısa kısa

o kadar uzun zamandır doğru dürüst ne bloga yazabiliyor ne de diğer blogları okuyabiliyorken birdenbire açılan kumanda paneliyle sevinçten havalara uçtum, meğer ne kadar seviyormuşum blogumu. yazacak çok şey birikti ama hepsi havaya uçtu. o yüzden kısa kısa geçeceğim.
- çok kitap okudum, sevdiklerim oldu, sevmediklerim de ama inatla bitirdim.
- sevgilim dayı oldu 2 gün önce, minik bir Güney bebeğimiz oldu. (ben de fasülyeden yenge oldum aslında, ama yenge kelimesi çok itici geliyor bana)
- bu sene zaman nasıl hızla akıp geçti anlamadım, mart bitiyor. çevremdeki tüm hatunlar mart kedisi misali spor ve diyete başladı. (öyle bir istekle diyet ve spor konuşuluyor ki bu benzetmeyi yapmadan duramadım) bizde bu azim ve hırs olduğu sürece dünyanın üzerindeki ağırlık gelenekselleşmiş olduğu üzere mart-eylül ayları arasında düzenli olarak azalmaya devam edecek.
- kendimce evde birtakım düzenlemeler yaptım, depo olarak kullanılan bir odayı şahane bir odaya dönüştürdüm, çok içime sindi.
- kafam ne kadar dağınıksa ev ve gardolap da o kadar dağılıyor. her hafta ütülenip katlanan kıyafetler nasıl üç günde salı pazarından hallice oluyor bilmiyorum ve bu benim gözümde kara delik gibi bilinmezler arasında.
- Sera'nın tavsiyesiyle Sherlock'u ve Cnbc-e derginin tavsiyesiyle de Emma'yı izledim. ikisine de bayıldım, şiddetle önerilir. İngiliz dizileri neden daha güzel blog, neden?
- bir de gururla belirtmeliyim ki pek alışveriş yapmadım, bunun sebebi ne maaşıma yaklaşan kredi kartı borcu ne de diyet bıkkınlığı. Bildiğiniz alışveriş perhizine girdim. evdeki tüm dolaplar tıklım tıklım doluyken onları bir güzel ayıklamadan alışveriş yapmak istemiyorum.
kısa kısa dedim, gene de uzun oldu. ben şimdi 19 kaşık un ve bilumum garip ölçülerle muhteşem bir tada nail olan hindistan cevizi kurabiyemi ve ıspanaklı böreğimi alıp bebek ziyaretinde gelene gidene lohusa şerbeti denen bol kalorili içeceği servis etmeye, taze anne ve bebeği görüp günümü şenlendirmeye gidiyorum.

the one with....

pek sevdiğim arkadaşım ( bu blogda sık sık adı geçen)Gizem artık blogger oldu, hem de blogların kapandığı dönemde :)) kendisine konuk yazarım olur musun dediğimde tabi ki demişti, yazısı geldiğinde ise ben bloglara giremiyordum. geç olsun güç olmasın diyerek yazısını yayınlıyorum. (teşekkürler minnağım :)
The One With…


Eh eninde sonunda elime kalemi alıp bir yerden başlamak gerekiyor değil mi? Bir süredir takip ediyorum buraları pek bir eğlenceli pek bir özendirici geliyor, gıpta ediyorum. Okudukça benim de içimden yazmak geliyor, ben de mi adım atsam şu blog dünyasına diye düşünmüyor değilim. Az düşünmedim hani ne yazsam diye şimdi ve pek bir lakırdısını yaptığımız şu ‘arkadaşlık’tan dem vurasım geldi.
Son dönemde friends’i 2356.kez bitirince insan ister istemez kendi dostluklarına ve çevresine bakmaya başlıyor. İş kendine bakmaya başlayınca aslında dizideki ilişkiler gözünde ütopikleşmeye başlıyor. Bizde mutlaka birinin egosu bu bağdan önce gelir, sürtüşmeler çıkar ve daha olgunlaşmamış ilk zayıf halka ile grup dağılır. Bu kaç yaşında olursan ol ne yazık ki değişmez. Herkesin kendine işe güce verdiği, evlenip gittiği bir zaman dilimi içerisindeyim. Maşallah arkadaşlarım patır patır evlenmeye başladı, geri kalanı ise iş için farklı şehirlere hatta ülkelere(!) gittiler. Eh hal böyle olunca bana kalan da sheldon cooper’dan hallice bir sosyal hayat oldu. Bu yüzden belki de bu dizideki dostluk bağı bana -neredeyse- ütopik geliyor. İnsan her daim yeni sosyal ortamlara girerek yeni arkadaşlıklar kurabilir elbet ama onların da sahip olduklarının mertebesine ulaşması için belli bir sürece ihtiyacı vardır. Senelerini ve de emeğini koyduğun bir dostluğu ise karşı taraf bir çırpıda yıkabiliyorsa senin neyine friends’miş ya da himym’mış..
Neyse buralar benim pesimistçe at koşturabileceğim sahalar değil. Bunun için sizi kendi sahama davet edebilirim ancak.
PS: Bu yazıyı tee şubatın bir zamanlarında istemiştin benden. Eh ama işte ben anca bir şeyler karaladım sonra zaten digiturk’ün güzellikleri(!) oldu sonra yan yattı çamura battı falan.
Neyse artık noktayı koymanın zamanı geldi. Kuşkucu somonuma, f*r*i*e*n*d*s’teki gibi bir dosta…
Kaynak : fond-ecran-wallpaper.fr

21 Mart 2011 Pazartesi

aa!

cidden blogumu özledim, yazmayı özledim derken şak diye açıldı demin. bazı bloglara hala giremesem de inadına kopyalayıp başka bir adrese gitmiyorum.

14 Mart 2011 Pazartesi

ben politikadan hiç anlamam ama...

yaklaşık iki ay önce yazılmaya başlanmış, yarım kalmış bir yazı. Blog yasağı ve yasağın kaldırılması gündeme gelmişken yayınlayayım istedim.

Hani çocukken gizlice annemizin makyaj masasına tırmanıp, ruju allığı rastgele sürerdik ya, tek amacımız o an onu sürmekti, sonuçlarını düşünmezdik, işte bence sigara ve içki yasağı da aynen böyle sonuçları düşünülmemiş yasaklar. Sigara içen bir insan olarak sigara içilen alanla sigara içilmeyen alan ilk ayrıldığında çok sevinmiştim, ben de sigara içmeyen bir insanı dumanımla rahatsız etmek istemiyorum doğal olarak, ama sadece açık havayla sınırlandırılınca etrafa "bakın, ne kadar sevinirseniz sevinin bunun devamı içki yasağı olacak" diye cırlamıştım ama "hadi ordan" deyip geçen çoktu. (ayrıca açık havamız çok dumanlı olmadı mı bu yasaktan sonra, açıkçası yürürken ben bile rahatsız oluyorum kapı önlerinde sigara içenlerin dumanından.) Bana göre olay neyin yasaklandığı değil, YASAK kelimesi. konuşmanın yasak olduğu bir ortamda daha çok konuşmak ve gülmek gelir ya içimizden, işte onun gibi bir şey. Bir şekilde seçme özgürlüğümüzün elimizden alınması istemdışı olarak insanı isyana sevk ediyor ve ters kimlik geliştirmemizi sağlıyor. (Bu ülkede ne kitaplar, ne yazarlar yasaklandı, hepsi de gizlice/el altından okunmaya devam edildi, edilmedi mi?

gereksiz uzun bir post

Aslında beş-altı postluk yazı biriktirdim ama mart ayı sebebiyle elim hiç klavyeye gitmiyordu. kalk hatun üşenme şeklinde kendimi zorla motive etme çabalarımla şu an bu yazı yazılıyor.
öncelikle ilk konumuz kitap kulübü, bir cuma akşamı Arma kitabevi/kafe'de buluşan ekip Tepelitaklak'ı tartıştı. malesef kitabın moderatörü aramızda olmadığından ve aramızda bulunan kişiler (ben de dahil) kitaba pek ısınamadığımızdan kitabı pek olumlu eleştiremedik. bir kere betimlemeler inanılmaz uzundu ve yaratılan erkek karakter "hoca" çoğumuza itici gelmişti. ayrıca ben hocayı çakma bukowski'ye benzetip hikayenin bazı kısımlarını da yeşil peri gecesi'ndeki hikayeye benzettim.
Amma velakin beslenme çantası ekibi inanılmaz tatlılardı ve onlarla tanışmak çok güzeldi. gelecek ay da oradayım, haberiniz olsun :)
ikinci konum ilk pasaj alışverişim; aslında daha önce nazo'da gördüğüm bu kolyeye ilk anda vurulmuştum, o kadar uzun süre alsam mı almasam mı diye düşündükten sonra aldım gitti. carnivale o kadar güzel bir paket yapmış ki aklım fikrim durdu, kolyesi de pek şekerdi.
işte paketi

ve kolyesi

bu arada nazo'nun el emeğine hayranım, her daim çok güzel şeyler üretiyor keçeleriyle.

yine nazo'nun blogunda gördüğüm linkle incelemeye başladığım ve pek bir sevdiğim Allegra'nde'nin blogu. çok şeker bir blog, az ama öz yazılarıyla herhalde iki saat kadar başından kalkamadım ve bu sayede kendi kendine koyduğu procrastrination teşhisinin bana da ne kadar uyduğunu gördüm, deliler gibi liste hazırlayıp ince eleyip sık dokuyup hiçbir işe başlayamamamın sebebi buymuş işte. teşekkürler Allegra'nde.

bir de seni özledim Bebek! (not bu fotoğrafı çekerken çok sevgili arkadaşlarım Almancılar gibi her yeri çekme, bizimle ilgilen gibi serzenişlerde bulunuyorlardı ama ben nedense fotoğraf kurslarında hatalıfotonasılolur diye gösterilebilecek bu fotoyu seviyorum)

Sera uzun uzun İngiliz dizilerini yazmuş şu yazısında, ben de hemen Sherlock'u indirdim. halihazırda cnbc-e'nin bu ay yayın akışına almış olduğu Emma'yı da izlemişken İngiliz tandansıyla gitmek iyi olur diye düşündüm.

bol bağlantılı bol geyikli ve yine düzeltilmesi gerekn cümlelerle dolu bir yazı ile size iyi günler diler #blogumadokunma diyerek digiturk'e selam ederim.

12 Mart 2011 Cumartesi

tam beş yıl 1 gün önce aramızdaydın oysa.

11 Mart 2011 Cuma

shall we?

Habertürk kaynaklı bir habere göre İngiltere'de çocuklara cinsel eğitim veriliyormuş ve bunun için bir kitapçık hazırlanmış. yukarıdaki tablo ciddi diddi cinsel ilişkiyi anlatıyor. uygulama gayet güzel ama beş-yedi yaşındaki çocuklara ne kadar uygun tartışılır. kitapçık da aşağıda...

9 Mart 2011 Çarşamba

taş baskı sergisi

çok sevdiğim bir arkadaşımın sergisi var, dün başladı ve bir hafta sürecek. Buca'ya yakın olanlar, hiç durmayın gidin derim çünkü ayların emeği var burada :)

8 Mart 2011 Salı

internetsizlik vesaire

bilgisayarımın pilinde bir sorun olduğu için minik kızım 3 gün açılmadı, en sonunda bir geceyi de tamir için dışarıda geçirdi, böylece biz de dört gün ayrı kaldık beyaz hanımla.
internetsizlik güzelmiş, twitter bağımlılığı geçermiş, facebook oyunları unutulurmuş, bu arada pek güzel kitaplar okunurmuş...

1 Mart 2011 Salı

deneme

nasıl olduğunu bilmesem de hala bloga girebiliyorum...

bloguma dokunma


şu anda bloglara erişimimiz olsa da yarın ulaşamayabiliriz. benim burda kendimle ilgili saçmalıklarımı bile tehdit olarak algılayan bir devlet,yüzbinlerce bloggerı hırsızlıkla suçlayan digiturk ve superonline sayesinde düşünce, yazma, paylaşma hakkımız elimizden alınıyor !
blogumu dokunma!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...