22 Temmuz 2009 Çarşamba


Bu benim köpeğim Johnny, ama kendisi Concon, cumali, cokita gibi takma isimlerle de çağırılmıyor değil. Tam 1.5 yıldır evin bir ferdi. İlk geldiğinde 20 günlük gözü bile açılmamış bir bebekti, biberonlarla, elimizde kaşıklarla büyüttük, geldiğinin haftasında hasta oldu, veteriner veteriner dolaştırdık. Büyürken evde kemirmediği eşya kalmadı ya da tuvaletini yapmadığı yer. Ben 6 çift, sevgilim iki çift ayakkabıyı çöpe attı concon beyin ayakkabı sevdası yüzünden. Belki bütün köpekler gibidir ama bence ilginç ilginç huyları var. Bir kere yere düşen ya da açıkta bırakılan her şeyi ısırma, çiğneme kullanılamaz hale getirme huyu var, (bu ortak özellik, evet) bebekliğinden beri acılı lahmacun yer bu kerata, en sevdiği yemek ise tavuk. Kokusunu duyması yetiyor, yer gök inliyor beyefendi tavuğuna kavuşana kadar. İlginç olan ise kırmızı ete o kadar düşkün olmaması. Ayakkabı hastalığına cd, kumanda, terlik ve çorabı da eklemezsek ayıp etmiş oluruz. Çorap derken ciddiyim, bir kere ben uyurken ayağımdaki çorabı parçalamış, o derece de düşkün çorap parçalamaya. Ha bir de kitap okumayı çok seviyor, resmen kitabın sayfalarını çevirip beğendiği sayfaları koparıyor. Bütün bunlar yaramazlıkları, ama işte ondan vazgeçememe sebeblerim daha fazla. Bir kere her eve geldiğimde resmen iki ayağı üzerinde durup bana sarılır, 404 misali evdeyken her anını benimle geçirmek ister, üzüldüğüm zaman zeytin gözlerini gözlerime diker, anlamlı anlamlı bakar, ben üzgünken yukarıda saydığım yaramazlıkların hiçbirini de yapmaz ayrıca. Uykusu gelince kafasını dizime koyup öyle uyur, yemek yerken utanmasa masaya oturup bizimle yemek yemek ister, ayrıca belli başlı nesneleri adlarını duyunca ayırt edebilir, mesela top, fok, kurbağa, kemik. Hangisini istersen onu getirir, bir yerim ağrıdığında ya da acıdığında concon mutlaka hisseder, ona gülümseyene kadar başımdan ayrılmaz, gülümseyince de o da gülümseyip oyununa devam eder. Hayatımın neşesi, küçük aşkım ben İzmir dışındayken bol bol ağlarmış bir de, sevgilim söyledi. En son Antalya’ya gittiğimde her gece kapının önünde yatıp beni beklemiş, gelmeyince de ağlamış. İşte böyle benim hiperaktif kuzum.

final countdown

koştururken düğüne ne kadar az kaldığını fark etmemişim. sadece 9 gün kaldı. dokuz. şu işler bitsin "bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi "ve tabi ki "alacakaranlık" serisi hakkında yazacağım. ama daha çok ilkinden bahsedeceğim sanırım... bir de listemde yazmayı unutmayayım dediğim birkaç detay var dekorasyonla ilgili.
evim içine bolca süt katılmış kahve gibi kahverengi, bej ve aralara sıkıştırılmış turkuaz detaylarla doldu, aslında çok hoşuma giden minimalist bir ev oldu, artık iyice asosyalleşirim ben bu evde, yandık vallahi. Ayrıca Himym ve Lost'un yeni sezonları beni şu yaklaşan imza atarak sevgililiği yasallaştırma işinden daha çok heyecanlandırıyor. oooof, yarın hangi usta kaçta gelecekti ki? kafam karışık be blog, 5 saat aralıksız çalışan bir mikser gibi kısa devre yapıyorum. yaklaşık 5 yıl kadar dekorasyonda virgül değiştirmem haberin ola, ha bir de alışverişkoliktim ya ben eskiden, artık diilim haberin olsun, en nefret ettiğim eylem haline geldi. bütün borcunu ödedikten sonra ( zaten kuş kadar limiti var) kredi kartımı aylarca cüzdana koymayı bile düşünmüyorum :)

M.J de yok artık zaten. ilk gençlik yıllarımızın son kalesi de yıkıldı.

daldan dala atlama konusunda pek bir ustayım bugün ama bir de conibonum hakkında bir yazı yazmıştım, çok oldu sanırsam. onu da yayınlamak lazım be blog.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...